Dünyayı Düzeltmek
Bir haftanın yorgunluğundan sonra baba Pazar sabahı kalkmış eline gazetesini almış ve akşama kadar oturup dinlenecek olmanın keyfini çıkartmaya başlamış. Ama baba bunları düşünürken oğlu yanına gelerek kendisini parka götürmek için geçen hafta söz verdiğini hatırlatmış. Canı hiç dışarıya çıkmak istemediği için bir bahane bulup evde oturayım, dinleneyim diye düşünmüş.
Birden gazetenin özendirme olarak verdiği dünya haritası gözüne ilişmiş. Bu haritayı hemen parçalara ayırmış ve oğluna uzatmış," bu haritayı birleştirebilirsen hemen gidelim parka " demiş. Ardından da içinden derin bir
oh çekmiş ; " dünyanın coğrafya profesörlerinden birini getirsen yine de toplayamaz bunu iyi akıl ettim " diyerek sevinmiş. Aradan 10 dakika geçmeden çocuk koşarak babasının yanına gelmiş. Baba haritayı düzelttim parka gidebiliriz demiş.
Adam önce inanmamış ve görmek istemiş. Görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sormuş.
Çocuk demiş ki; bana verdiğin haritanın arkasında insan resmi vardı.
İNSANI DÜZELTİNCE, DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ!
alıntı
25 Haziran 2010 Cuma
''Satılık Köpek Yavruları"
Satılık Köpek Yavruları" ilanının altında küçücük bir çocuğun kafası gözüktü.
Çocuk dükkan sahibine sordu;
"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"
Dükkan sahibi;
"30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi.
"Benim 2 dolar 37 sentim var" dedi çocuk, "Bir bakabilir miyim yavrulara?" Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve kulübeden beş tane yumak halinde yavru çıktı. Yavrulardan biri arkadan geliyordu.
Küçük çocuk yürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret edip sordu; "Bunun nesi var?"
Dükkan sahibi onun kalça çıkığı olduğunu ve hep sakat kalacağını açıkladı.
Küçük çocuk heyecanlanmıştı. "Ben bu yavruyu satın almak istiyorum."
Dükkan sahibi;
"Hayır, o yavruyu satın alman gerekmiyor. Eğer gerçekten istiyorsan, o yavruyu sana bedava veririm."
Küçük çocuk birden sinirleniverdi.
Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak; "Onu bana vermenizi istemiyorum. O da diğer yavrular kadar değerli ve ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim. Aslında, size şimdi 2 dolar 37 sent vereceğim ve geri kalan borcumu da her ay 50 sent olarak tamamlayacağım."
Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı; "Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum. Bu yavru hiç bir zaman diğer yavrular gibi koşup, zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak.
Bunun üzerine küçük çocuk eğildi, pantolonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasının desteklediği sakat bacağını dükkan sahibine gösterip tatlı bir sesle,
"Ben de çok iyi koşamıyorum ve bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe gereksinimi var" dedi.
alıntı
Çocuk dükkan sahibine sordu;
"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"
Dükkan sahibi;
"30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi.
"Benim 2 dolar 37 sentim var" dedi çocuk, "Bir bakabilir miyim yavrulara?" Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve kulübeden beş tane yumak halinde yavru çıktı. Yavrulardan biri arkadan geliyordu.
Küçük çocuk yürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret edip sordu; "Bunun nesi var?"
Dükkan sahibi onun kalça çıkığı olduğunu ve hep sakat kalacağını açıkladı.
Küçük çocuk heyecanlanmıştı. "Ben bu yavruyu satın almak istiyorum."
Dükkan sahibi;
"Hayır, o yavruyu satın alman gerekmiyor. Eğer gerçekten istiyorsan, o yavruyu sana bedava veririm."
Küçük çocuk birden sinirleniverdi.
Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak; "Onu bana vermenizi istemiyorum. O da diğer yavrular kadar değerli ve ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim. Aslında, size şimdi 2 dolar 37 sent vereceğim ve geri kalan borcumu da her ay 50 sent olarak tamamlayacağım."
Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı; "Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum. Bu yavru hiç bir zaman diğer yavrular gibi koşup, zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak.
Bunun üzerine küçük çocuk eğildi, pantolonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasının desteklediği sakat bacağını dükkan sahibine gösterip tatlı bir sesle,
"Ben de çok iyi koşamıyorum ve bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe gereksinimi var" dedi.
alıntı
tek bir oğlum kaldı
Polisi gördüğünde yavaşlamadan önce takometreye baktı. Hız limitinin 80 olduğu yerde 120 ile gidiyordu ve son dört ay içerisinde dördüncü defa polis tarafından durduruluyordu. Bir insan nasıl bu kadar şanssız olabilirdi?
Arabasını sağa çekti. ;İnsaallah şu anda yanımızdan daha hızlı bir araba geçer diye duşünüyordu.
Polis elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi. Birden gelen polisin mahalleden komşuları olduğunu farketti. İyice arabasının koltuğuna sindi. Bu durum bir cezadan daha kötüydü. Tanıdığı bir polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın birini durduruyordu. Hem de hızlı gidip, trafik kurallarını ihlal ettigi için.
- Merhaba. Birbirimizi yeniden böyle görmemiz çok ilginç
- Merhaba.
Polis hiç gülümsemiyordu.
- Karımı ve çocuklarımı görmek için eve giderken yakaladın beni.
- Evet öyle.
Memur umursamaz görünüyordu.
- Son günlerde eve hep çok geç gittim. Çocuklarım beni uzun süredir hiç görmedi. Ayrıca eşim bana bu akşam patates ve biftek yiyeceğimizi söyledi. Ne demek istediğimi anlıyor musun?
- Evet ne demek istediğini anlıyorum. Ayrıca trafik kurallarını ihlal ettiğini de biliyorum, diye cevapladı memur.
Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi. Taktik değiştirmek gerekli diye düşündü.
- Beni kaç ile giderken yakaladın?
- Yüzyirmi. Lütfen arabana girer misin?
- Ah dostum, bekle bir dakika lütfen. Seni gördüğüm anda takometreye baktım. Sadece 65 ile gidiyordum.
- Lütfen arabana gir, diye üsteledi polis memuru.
Canı sıkkın bir şekilde arabasına girdi, kapıyı çarparak kapattı. Memur not defterine bir şeyler yazdıktan sonra kapıyı tıklattı. Ağırdan alarak arabasının penceresini açtı. Memur bir kağıt verdi ve gitti.
Ceza değil bu diye kendi kendine söylendi. Bir anda sevinmişti. Bu bir yazıydı ve kağıtta şunlar yazıyordu:
Sevgili Dostum, benim bir kızım vardı. Altı yaşındayken çok hızlı araba kullanan biri tarafından öldürüldü. Bu kazadan dolayı, adam cezalandırıldı. 3 ay hapis cezasıydı bu. Bu adam hapishaneden çıkınca kendi çocuklarına sarılıp, öpüp, onları tekrar koklayabildi. Ama ben Ben kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmek için, cennete gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kere de başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır, ama hâlâ kızımı düşünüyorum. Lütfen benim için dua et ve dikkat et, tek bir oğlum kaldı.
Bir süre yerinden kıpırdayamadı. Daha sonra kendine gelip, yavaş yavaş evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve karısına sıkıca sarıldı
alıntı
Arabasını sağa çekti. ;İnsaallah şu anda yanımızdan daha hızlı bir araba geçer diye duşünüyordu.
Polis elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi. Birden gelen polisin mahalleden komşuları olduğunu farketti. İyice arabasının koltuğuna sindi. Bu durum bir cezadan daha kötüydü. Tanıdığı bir polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın birini durduruyordu. Hem de hızlı gidip, trafik kurallarını ihlal ettigi için.
- Merhaba. Birbirimizi yeniden böyle görmemiz çok ilginç
- Merhaba.
Polis hiç gülümsemiyordu.
- Karımı ve çocuklarımı görmek için eve giderken yakaladın beni.
- Evet öyle.
Memur umursamaz görünüyordu.
- Son günlerde eve hep çok geç gittim. Çocuklarım beni uzun süredir hiç görmedi. Ayrıca eşim bana bu akşam patates ve biftek yiyeceğimizi söyledi. Ne demek istediğimi anlıyor musun?
- Evet ne demek istediğini anlıyorum. Ayrıca trafik kurallarını ihlal ettiğini de biliyorum, diye cevapladı memur.
Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi. Taktik değiştirmek gerekli diye düşündü.
- Beni kaç ile giderken yakaladın?
- Yüzyirmi. Lütfen arabana girer misin?
- Ah dostum, bekle bir dakika lütfen. Seni gördüğüm anda takometreye baktım. Sadece 65 ile gidiyordum.
- Lütfen arabana gir, diye üsteledi polis memuru.
Canı sıkkın bir şekilde arabasına girdi, kapıyı çarparak kapattı. Memur not defterine bir şeyler yazdıktan sonra kapıyı tıklattı. Ağırdan alarak arabasının penceresini açtı. Memur bir kağıt verdi ve gitti.
Ceza değil bu diye kendi kendine söylendi. Bir anda sevinmişti. Bu bir yazıydı ve kağıtta şunlar yazıyordu:
Sevgili Dostum, benim bir kızım vardı. Altı yaşındayken çok hızlı araba kullanan biri tarafından öldürüldü. Bu kazadan dolayı, adam cezalandırıldı. 3 ay hapis cezasıydı bu. Bu adam hapishaneden çıkınca kendi çocuklarına sarılıp, öpüp, onları tekrar koklayabildi. Ama ben Ben kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmek için, cennete gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kere de başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır, ama hâlâ kızımı düşünüyorum. Lütfen benim için dua et ve dikkat et, tek bir oğlum kaldı.
Bir süre yerinden kıpırdayamadı. Daha sonra kendine gelip, yavaş yavaş evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve karısına sıkıca sarıldı
alıntı
belki ucar
BELKİ DE AT UÇMAYI ÖĞRENİR
Kadı, dört eşkıyanın idamına karar verir. İdam günü yaklaşınca eşkıyalardan biri padişaha müracaat eder, "Efendim, bana bir yıl izin verin; çok sevdiğiniz o atınıza uçmayı öğreteyim." der. Padişah, inanmaz, tereddüt eder, her nasılsa eşkıya bir yıllık izni koparır padişahtan. Hapsedildikleri hücreye döndüğünde diğer eşkıya arkadaşları, "atın uçmayacağını, onu uçuramayacağını sen de biliyorsun; bunu niye yaptın, padişaha niye yalan söyledin?" derler. Uyanık eşkıyanın verdiği cevap şudur: "Bir yılda kim bilir neler olur, belki at ölür, belki ben ölürüm, belki padişah ölür, belki de at uçmayı öğrenir."
Yaşamaya ve başarmaya inanmış insan için, hayatta hiçbir engel yoktur. Burada anahtar sözcük, "inanmak"tır. Eşkıya için şu da bir tercih olabilirdi: "Artık ben yaşayacağım kadar yaşadım, hayatın bütün lezzetini, cefasını tanıdım. Kaderimizde asılmak da varmış, nasıl olsa yalnız değilim, buna da razıyım." Bu, madalyonun bir yüzü. Eşkıya madolyonun ikinci yüzünü tercih ediyor. En olumsuz şartlarda bile bir kıvılcım çakabiliyor, bir ışık yakabiliyor. Neden?Çünkü kendine inanıyor, güveniyor, şartlar ne olursa olsun yaşama tam bağlanıyor.
Yaşamımızda, her gün bazı olayları iki boyutuyla yaşıyoruz: Sağlık ve hastalık, zenginlik ve fakirlik, başarı ve başarısızlık, güzellik ve çirkinlik, yaşamak ve ölmek... Bu karşıtlıklardaki tercihimizde bizim dünya görüşümüz, hayatı algılayışımız, özgüvenimiz belirleyici oluyor.
Bir atasözü hatırlıyorum: "Dağ ne kadar yüksek olsa da yol onun üzerinden geçer." Ben inanıyorum ki, başarısızlığın, yoksulluğun hiçbir mazereti olamaz. İsteyen kişi bu engelleri mutlaka aşar. Başarının bir değil, bin bir yolu vardır. Herkesin hayali eşkıyanınki kadar yüksek, özgüveni sağlam olmayabilir; ama hayalimiz ve özgüvenimiz de yoksa bunu destekleyecek inanç ve onurdan da yoksunsak biz niçin yaşıyoruz.
unutmayın çaresizseniz, çare sizsiniz !!!
alıntıdır
Kadı, dört eşkıyanın idamına karar verir. İdam günü yaklaşınca eşkıyalardan biri padişaha müracaat eder, "Efendim, bana bir yıl izin verin; çok sevdiğiniz o atınıza uçmayı öğreteyim." der. Padişah, inanmaz, tereddüt eder, her nasılsa eşkıya bir yıllık izni koparır padişahtan. Hapsedildikleri hücreye döndüğünde diğer eşkıya arkadaşları, "atın uçmayacağını, onu uçuramayacağını sen de biliyorsun; bunu niye yaptın, padişaha niye yalan söyledin?" derler. Uyanık eşkıyanın verdiği cevap şudur: "Bir yılda kim bilir neler olur, belki at ölür, belki ben ölürüm, belki padişah ölür, belki de at uçmayı öğrenir."
Yaşamaya ve başarmaya inanmış insan için, hayatta hiçbir engel yoktur. Burada anahtar sözcük, "inanmak"tır. Eşkıya için şu da bir tercih olabilirdi: "Artık ben yaşayacağım kadar yaşadım, hayatın bütün lezzetini, cefasını tanıdım. Kaderimizde asılmak da varmış, nasıl olsa yalnız değilim, buna da razıyım." Bu, madalyonun bir yüzü. Eşkıya madolyonun ikinci yüzünü tercih ediyor. En olumsuz şartlarda bile bir kıvılcım çakabiliyor, bir ışık yakabiliyor. Neden?Çünkü kendine inanıyor, güveniyor, şartlar ne olursa olsun yaşama tam bağlanıyor.
Yaşamımızda, her gün bazı olayları iki boyutuyla yaşıyoruz: Sağlık ve hastalık, zenginlik ve fakirlik, başarı ve başarısızlık, güzellik ve çirkinlik, yaşamak ve ölmek... Bu karşıtlıklardaki tercihimizde bizim dünya görüşümüz, hayatı algılayışımız, özgüvenimiz belirleyici oluyor.
Bir atasözü hatırlıyorum: "Dağ ne kadar yüksek olsa da yol onun üzerinden geçer." Ben inanıyorum ki, başarısızlığın, yoksulluğun hiçbir mazereti olamaz. İsteyen kişi bu engelleri mutlaka aşar. Başarının bir değil, bin bir yolu vardır. Herkesin hayali eşkıyanınki kadar yüksek, özgüveni sağlam olmayabilir; ama hayalimiz ve özgüvenimiz de yoksa bunu destekleyecek inanç ve onurdan da yoksunsak biz niçin yaşıyoruz.
unutmayın çaresizseniz, çare sizsiniz !!!
alıntıdır
Soğuk bir kış gecesinde eve dönerken....
Soğuk bir kış gecesinde eve dönerken, sarhoşa benzeyen bir adam gördüm. Bir sağa bir sola yalpalıyordu. Ve yanındaki direğe sarılmıştı.
Bir vitrine bakıyormuş gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuz yaşın üstünde olmalıydı. Kendisine biraz daha sokuldum. Üstü başı son derece temizdi. Yanından geçen bazı kişiler, yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden bahsediyor, bazıları da alay edip gülüyorlardı.
Yavaşça yanına gidip:
- İyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyacınız var mı?
Dudaklarından, iniltiye benzeyen tek bir kelime çıktı:
- Hastayım! ..
Düşmemesi için, bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Akşam vakitlerinde kesilen kar yağışı tekrar başlamış ve yavaş yavaş buzlanmaya başlayan yollarda, birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir hayat emaresi kalmamıştı.
Araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi. Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim. Hastamızı arka koltuğa yatırarak hastaneye götürdük ve verilen serum tamamlanana kadar başucunda bekledik.
Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, genç adam ise, henüz konuşamadığı için, bize bakıp gülümsemekle yetiniyordu. Şoför de yanımdaydı... Hastamız bir süre sonra kendine geldi. Onu tekrar arabaya bindirip evine götürdük.
Hastamızın eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve oğlunu da alarak sokağa fırlamıştı. Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinç içinde kucaklaştılar.
Saatlerce süren yorgunluğumuzdan eser bile kalmamış, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolmuştu.
Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumu sordum.
Başını sallayarak:
-Borçlu değil, alacaklısın dostum! .. dedi. Çünkü böyle bir iyiliğe beni de ortak ettin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bir adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için, alacaklı duruma düştün.
O mert adamla kucaklaşıp ayrılırken, gecenin ayazını hissetmiyor ve evime yürüyerek dönmek istiyordum.
Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde, yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.
Bir vitrine bakıyormuş gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuz yaşın üstünde olmalıydı. Kendisine biraz daha sokuldum. Üstü başı son derece temizdi. Yanından geçen bazı kişiler, yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden bahsediyor, bazıları da alay edip gülüyorlardı.
Yavaşça yanına gidip:
- İyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyacınız var mı?
Dudaklarından, iniltiye benzeyen tek bir kelime çıktı:
- Hastayım! ..
Düşmemesi için, bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Akşam vakitlerinde kesilen kar yağışı tekrar başlamış ve yavaş yavaş buzlanmaya başlayan yollarda, birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir hayat emaresi kalmamıştı.
Araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi. Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim. Hastamızı arka koltuğa yatırarak hastaneye götürdük ve verilen serum tamamlanana kadar başucunda bekledik.
Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, genç adam ise, henüz konuşamadığı için, bize bakıp gülümsemekle yetiniyordu. Şoför de yanımdaydı... Hastamız bir süre sonra kendine geldi. Onu tekrar arabaya bindirip evine götürdük.
Hastamızın eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve oğlunu da alarak sokağa fırlamıştı. Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinç içinde kucaklaştılar.
Saatlerce süren yorgunluğumuzdan eser bile kalmamış, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolmuştu.
Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumu sordum.
Başını sallayarak:
-Borçlu değil, alacaklısın dostum! .. dedi. Çünkü böyle bir iyiliğe beni de ortak ettin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bir adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için, alacaklı duruma düştün.
O mert adamla kucaklaşıp ayrılırken, gecenin ayazını hissetmiyor ve evime yürüyerek dönmek istiyordum.
Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde, yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.
bilirim..bilirim..
bilirim..bilirim..ölümler hep sana kalır..hep yorgun bakan anne kucaklarına..
esirgenmiş düşleri yazacaksın..başka kardeşlerinide unutma..
yuvası yağmalanmış olanları.ellerinden katıksız ekmeği alınanları..
sonra kurşun yemişleri..
birgün elin kalem tutunca yazacaksın bunları değilmi??
yazki alınlarında ihanet..secdeleri altına..
kıbleleri kadına,dolara endeksli beyler utanır be çocuk..
birgün utanır elbet..
ey yüzünü ay ışığı çizmiş çocuk..
gönül bağladım sana..
senki kör,sağır ve dilsiz olma..
hainlikler karşısında...
bunları yazacaksın değilmi...
ELİN KALEM TUTUNCA....
alıntı
esirgenmiş düşleri yazacaksın..başka kardeşlerinide unutma..
yuvası yağmalanmış olanları.ellerinden katıksız ekmeği alınanları..
sonra kurşun yemişleri..
birgün elin kalem tutunca yazacaksın bunları değilmi??
yazki alınlarında ihanet..secdeleri altına..
kıbleleri kadına,dolara endeksli beyler utanır be çocuk..
birgün utanır elbet..
ey yüzünü ay ışığı çizmiş çocuk..
gönül bağladım sana..
senki kör,sağır ve dilsiz olma..
hainlikler karşısında...
bunları yazacaksın değilmi...
ELİN KALEM TUTUNCA....
alıntı
her seye ragmen
Herşeye Rağmen Şanslı Biriyim Ben.!
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.
Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..
Hiç ağlamadığımdan değil; çok akıttım gözyaşımı içime.
Hiç kaybetmediğimden değil birini.Çok yandım ciğerimden.Baktığım her yere, sevdiklerimin yüzünü kazıdı hasret.
Yıldızlarla doluydu gökyüzüm; kapkara bir boşluk bıraktılar kayanlar. Bir daha asla dolduramadım.
Gidene soramadığımdan, kalanın ıstırabı daha çok sandım.
Hiç ihanete uğramadığımdan da değil; yarası her zaman taze, birkaç hançerle dolaştım durdum sırtımda; hem öfkelendim, hem anlamsız geldi kızmak.
Herkesten farklı değildi başımdan gelip geçenler.
Herkes kadar ağladım, herkes kadar yandım.
Acısız olmuyordu ki hayat!
Ağlamaktaydı bereket, yağmurda ıslanmadan yeşermiyordu ki toprak!
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.
Mutlu bir çocuktum ben!
Kalabalık bir ailenin sevgisiyle büyümüştüm. Bir sürü arkadaş, bir sürü oyun..kuyruğuna tutunmuştum kırmızı bir uçurtmanın.
Hayat hep veriyordu, alacağı günleri hiç düşünmemiştim.
Sancılıydı ilk gençlik!
Şimdiki hüzünlerimle, o zamanları karşılaştırdığımda, çocukluk deyip geçiyorum.
Ah, nerdesiniz 17lik dertlerim!
On yedimde başlamıştı hayatla kavgam.
Artık sadece, tartışıyoruz.
Acıya alıştığımı söyleyemem hala; hele, nasır tuttuğunu kalbimin.
Unutmayı becerdiğimi de söyleyemem; asla unutamadım, kusurluydu hafızam; almayı biliyordu da silmeyi, asla!
İyi ki hatırlıyorum!
Yaşamımdan çıkanlara kızmıyorum; öğrettikleri her şey için minnettarım. Bir zamanlar, doyasıya güldüğümüz içindi uğurlarken akıttığım göz yaşlarım..Paylaştıklarımız kadar değerliydiler.
Paylaşamayacaklarımızın adıydı hasret!
İhanete de alışamadım elbette; ama, edenlere de eyvallah! Kir tutsa da kin tutmaz yüreğimiz. Az şey sayılmaz, utanmayı bilmeyenden öğrendiğim; sırf bu nedenle bile affedebilirim.
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne....
Şanslı biriyim ben!
Mükemmel bir anne-baba; harika kardeşlerimle; hem büyük, hem mutludur ailem!
Eski-yeni fark etmez; hem köklü, hem sınanmıştır dostluklarım!
Kolay yere gelmez sırtım; ne yaparsa yapsın, kolay vazgeçmem hayattan!
Kokladığım gülleri, teker teker solduracak biliyorum. Asla hazır olamayacağım acıya; ama, çekmeyi de öğrendim artık. Bütün duyularım açık, elimde suyum, yüreğimde umut, güllerimin yanındayım.
Az şey midir, biteceğini bildiğin bir hayatı son nefese kadar paylaşmaya hazır olmak.
Ve baş kaldırmak ölüme, sonsuza kadar, sevip hatırlayarak..
Zaman bir değirmen; keder girer, hüzün çıkar kapıdan..
Ben de toy girip, olgun çıktım içinden..
Bakmayın dertlenip içlenmeme; yağmur yağar, toprak kokarım; güneş açar, çiçek kokarım!
Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..
Sadece, Güneşli günlerde kalem oynatmaz yürek!
turkishline@googlegroups.com
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.
Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..
Hiç ağlamadığımdan değil; çok akıttım gözyaşımı içime.
Hiç kaybetmediğimden değil birini.Çok yandım ciğerimden.Baktığım her yere, sevdiklerimin yüzünü kazıdı hasret.
Yıldızlarla doluydu gökyüzüm; kapkara bir boşluk bıraktılar kayanlar. Bir daha asla dolduramadım.
Gidene soramadığımdan, kalanın ıstırabı daha çok sandım.
Hiç ihanete uğramadığımdan da değil; yarası her zaman taze, birkaç hançerle dolaştım durdum sırtımda; hem öfkelendim, hem anlamsız geldi kızmak.
Herkesten farklı değildi başımdan gelip geçenler.
Herkes kadar ağladım, herkes kadar yandım.
Acısız olmuyordu ki hayat!
Ağlamaktaydı bereket, yağmurda ıslanmadan yeşermiyordu ki toprak!
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.
Mutlu bir çocuktum ben!
Kalabalık bir ailenin sevgisiyle büyümüştüm. Bir sürü arkadaş, bir sürü oyun..kuyruğuna tutunmuştum kırmızı bir uçurtmanın.
Hayat hep veriyordu, alacağı günleri hiç düşünmemiştim.
Sancılıydı ilk gençlik!
Şimdiki hüzünlerimle, o zamanları karşılaştırdığımda, çocukluk deyip geçiyorum.
Ah, nerdesiniz 17lik dertlerim!
On yedimde başlamıştı hayatla kavgam.
Artık sadece, tartışıyoruz.
Acıya alıştığımı söyleyemem hala; hele, nasır tuttuğunu kalbimin.
Unutmayı becerdiğimi de söyleyemem; asla unutamadım, kusurluydu hafızam; almayı biliyordu da silmeyi, asla!
İyi ki hatırlıyorum!
Yaşamımdan çıkanlara kızmıyorum; öğrettikleri her şey için minnettarım. Bir zamanlar, doyasıya güldüğümüz içindi uğurlarken akıttığım göz yaşlarım..Paylaştıklarımız kadar değerliydiler.
Paylaşamayacaklarımızın adıydı hasret!
İhanete de alışamadım elbette; ama, edenlere de eyvallah! Kir tutsa da kin tutmaz yüreğimiz. Az şey sayılmaz, utanmayı bilmeyenden öğrendiğim; sırf bu nedenle bile affedebilirim.
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne....
Şanslı biriyim ben!
Mükemmel bir anne-baba; harika kardeşlerimle; hem büyük, hem mutludur ailem!
Eski-yeni fark etmez; hem köklü, hem sınanmıştır dostluklarım!
Kolay yere gelmez sırtım; ne yaparsa yapsın, kolay vazgeçmem hayattan!
Kokladığım gülleri, teker teker solduracak biliyorum. Asla hazır olamayacağım acıya; ama, çekmeyi de öğrendim artık. Bütün duyularım açık, elimde suyum, yüreğimde umut, güllerimin yanındayım.
Az şey midir, biteceğini bildiğin bir hayatı son nefese kadar paylaşmaya hazır olmak.
Ve baş kaldırmak ölüme, sonsuza kadar, sevip hatırlayarak..
Zaman bir değirmen; keder girer, hüzün çıkar kapıdan..
Ben de toy girip, olgun çıktım içinden..
Bakmayın dertlenip içlenmeme; yağmur yağar, toprak kokarım; güneş açar, çiçek kokarım!
Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..
Sadece, Güneşli günlerde kalem oynatmaz yürek!
turkishline@googlegroups.com
Yokluğunda ne ateşleri hasretinle yaktım da
Yokluğunda ne ateşleri hasretinle yaktım da
Bir seni yakamadım,beni yaktığın gibi
Çölde su,mahpusta gün,oruçta ekmek gibi bekledim seni
Sende araya korkular koydun.
Yasaklar koydun...
Bitmez tükenmez engeller koydun...
Şimdi nerdesin diye sakın sorma
SEN ÇAĞIRDIN DA BEN GELMEDİM Mİ?
Sen varken darılmazdım çiçeksiz baharlara,
Yağmurlu havalara...Bu kasvetli akşamlara
Sen varken
Bakıp içlenmezdim tren istasyonlarına
Otobüs duraklarına...
Sen varken ayrılanlara ağlamazdım...
Yıkılmazdım biten sevdaların ardından
Gidenlere küsmezdim
Kalanlara acımazdım...
Sen varken böyle üşümezdim-titremezdim
Masumdum,çocuklar gibi
Böyle delirmezdim-küfretmezdim...
Hele ölmeyi hüç düşünmezdim.
Şimdi soruyorum sana
Adı sevdaysa bu cehendemin
SEN YAKTIN DA BEN YANMADIM MI?
Biliyorsun
Bütün acılarına``yeşil ışık``yaktım olmadı
Bütün korkularına ``arka çıktım``olmadı
Dağlara merdiven dayadım olmadı.
Haziranda kar oldum yağdım avuçlarına olmadı
Sevdim olmadı-yandım olmadı-taptım olmadı
ARTIK BENDEN PES
BU AŞKIN BİLETİNİ İSTEDİĞİN GİBİ KES
Nasılsa gidiyorsun
Biliyorum git...
Ama ardında
Ağlaya bir çift göz
Paramparça bir yürek
Ve yıkılmış bir dağ görmek istemiyorsan
Çek silahını-daya sırtıma
Titrersem namerdim...
SEN VURDUN DA BEN ÖLMEDİM Mİ?
Ahmet Selçuk İlkan
Bir seni yakamadım,beni yaktığın gibi
Çölde su,mahpusta gün,oruçta ekmek gibi bekledim seni
Sende araya korkular koydun.
Yasaklar koydun...
Bitmez tükenmez engeller koydun...
Şimdi nerdesin diye sakın sorma
SEN ÇAĞIRDIN DA BEN GELMEDİM Mİ?
Sen varken darılmazdım çiçeksiz baharlara,
Yağmurlu havalara...Bu kasvetli akşamlara
Sen varken
Bakıp içlenmezdim tren istasyonlarına
Otobüs duraklarına...
Sen varken ayrılanlara ağlamazdım...
Yıkılmazdım biten sevdaların ardından
Gidenlere küsmezdim
Kalanlara acımazdım...
Sen varken böyle üşümezdim-titremezdim
Masumdum,çocuklar gibi
Böyle delirmezdim-küfretmezdim...
Hele ölmeyi hüç düşünmezdim.
Şimdi soruyorum sana
Adı sevdaysa bu cehendemin
SEN YAKTIN DA BEN YANMADIM MI?
Biliyorsun
Bütün acılarına``yeşil ışık``yaktım olmadı
Bütün korkularına ``arka çıktım``olmadı
Dağlara merdiven dayadım olmadı.
Haziranda kar oldum yağdım avuçlarına olmadı
Sevdim olmadı-yandım olmadı-taptım olmadı
ARTIK BENDEN PES
BU AŞKIN BİLETİNİ İSTEDİĞİN GİBİ KES
Nasılsa gidiyorsun
Biliyorum git...
Ama ardında
Ağlaya bir çift göz
Paramparça bir yürek
Ve yıkılmış bir dağ görmek istemiyorsan
Çek silahını-daya sırtıma
Titrersem namerdim...
SEN VURDUN DA BEN ÖLMEDİM Mİ?
Ahmet Selçuk İlkan
Ben Senin İçin
Ben Senin İçin
Ben senin için ölümü erteledim
Bu kadar masum bu kadar günahsızken
Ne meşakkatli iştir bilir misin?
Kalkacak ikinci treni beklemek
Daha gitmeden öbürü istasyondan
Ben senin için yaşamı erteledim
Yetiştirmeye çalıştım hep vakti gecikenleri
Bekleyip durdum benden evvel
Ya da habersizken gidenleri
Ben senin için hayallerimi erteledim
Ne kavgaya tutuştum maden ocaklarında
Ne de göçükte kaldım grizu patlamalarında
Ne sorgulandık bir gece vakti
Bilinmeyen bir yerde
Ve
Özenmedim Che Guevara’nın öykülerine
Dik duruşlarını hiçe saydım, bir şafak vakti
İpe çekilenlerin
Okul önlerinde bekleşen babasız çocukların masumiyeti
Kolunu hızara kaptıran doğramacı ustası
Ve şişelere sığınan sarhoş bedenler
İlgilendirmedi hiç beni
Ben senin için insafımı erteledim
Bir gece vakti eve dönüşümde
Korkup paniklemedim kendi ayak seslerimden
Geçerken dar sokağından o ıssız kentin
Zamansız çalan korna sesleri
Ya da ansızın bir bekçi düdüğünün tiz sesi
Tedirgin etmedi beni
Geçen itfaiyenin bizim yangınlara
Gitmiş olma ihtimali aklıma gelmedi hiç
Ben senin için korkularımı erteledim
Maç çıkışı bir fanatiğin muhtemel hedefi olup
Saldırıya uğramadım kalabalıklarda
Ya da kırmızı ışığı ihlal edip geçebilme becerim olmadı karşı caddeye
On altı metresine mavi denizin
Tüpsüz dalabilme şansımı kullanamadım
Ben senin için risklerimi erteledim
Vapur düdüklerinden etkilenip
Atmadım kendimi bir mor takanın güvertesine
Ağ kokularını yaşlı balıkçıların hikâyesinden bilirim
Hırçınlıklarına aldırmayıp denizin
Kavgasında yenik düşmüş tayfaların
Aldırmadım bakışlarındaki kine
Ve kıyıda bekleyen yavukluların yürek yangılarında
Hasretlenmedim hiç
Ben senin için merhametimi erteledim
Ve ekin tarlalarında orak sallayan ırgat kızların
Alnında birikip toprağa düşen iki damla ter
Anlamlı durmadı yüreğimde
Çobanlarının sıhhiye, kocakarılarının ebelik yaptığı
Bir köyde bulunmadım
Ağıtlarını söylemedim çığ altında kalanların
Anam hiçbir kardeşimi bir kış gecesi
Atlı kızakta doğurmadı kasaba yolunda
Kurt ulumaları eşliğinde
İnce hastalıktan kimse ölmedi bizim hanede
Su savaşlarına katılıp heder olmadım köy meydanlarında
Ve ben filmlerden bilirim bütün bunları
Senin için ülkesiz kaldım
Senin için öz vatanımda sürgün oldum
Sevda hikâyelerim yoksa gençlik günlerimden
Ve ben aslında…
Hiç gelmedim dünyaya belki de
Ömrümü geleceğine sermaye sayıp
Koca bir yaşamı sabote ettim
Coplasınlar seni de beni de oğul
Coplasınlar ulan!
Sürgünler yaşamayasın öz vatanında
Kırsınlar her iki kolunu bilekten
Dönüp bakarsam namerdim
Ben senin için insanlığımı erteledim
İşte o an ölümden de beter öldüm ben.
Rıfat Gürsoy
Ben senin için ölümü erteledim
Bu kadar masum bu kadar günahsızken
Ne meşakkatli iştir bilir misin?
Kalkacak ikinci treni beklemek
Daha gitmeden öbürü istasyondan
Ben senin için yaşamı erteledim
Yetiştirmeye çalıştım hep vakti gecikenleri
Bekleyip durdum benden evvel
Ya da habersizken gidenleri
Ben senin için hayallerimi erteledim
Ne kavgaya tutuştum maden ocaklarında
Ne de göçükte kaldım grizu patlamalarında
Ne sorgulandık bir gece vakti
Bilinmeyen bir yerde
Ve
Özenmedim Che Guevara’nın öykülerine
Dik duruşlarını hiçe saydım, bir şafak vakti
İpe çekilenlerin
Okul önlerinde bekleşen babasız çocukların masumiyeti
Kolunu hızara kaptıran doğramacı ustası
Ve şişelere sığınan sarhoş bedenler
İlgilendirmedi hiç beni
Ben senin için insafımı erteledim
Bir gece vakti eve dönüşümde
Korkup paniklemedim kendi ayak seslerimden
Geçerken dar sokağından o ıssız kentin
Zamansız çalan korna sesleri
Ya da ansızın bir bekçi düdüğünün tiz sesi
Tedirgin etmedi beni
Geçen itfaiyenin bizim yangınlara
Gitmiş olma ihtimali aklıma gelmedi hiç
Ben senin için korkularımı erteledim
Maç çıkışı bir fanatiğin muhtemel hedefi olup
Saldırıya uğramadım kalabalıklarda
Ya da kırmızı ışığı ihlal edip geçebilme becerim olmadı karşı caddeye
On altı metresine mavi denizin
Tüpsüz dalabilme şansımı kullanamadım
Ben senin için risklerimi erteledim
Vapur düdüklerinden etkilenip
Atmadım kendimi bir mor takanın güvertesine
Ağ kokularını yaşlı balıkçıların hikâyesinden bilirim
Hırçınlıklarına aldırmayıp denizin
Kavgasında yenik düşmüş tayfaların
Aldırmadım bakışlarındaki kine
Ve kıyıda bekleyen yavukluların yürek yangılarında
Hasretlenmedim hiç
Ben senin için merhametimi erteledim
Ve ekin tarlalarında orak sallayan ırgat kızların
Alnında birikip toprağa düşen iki damla ter
Anlamlı durmadı yüreğimde
Çobanlarının sıhhiye, kocakarılarının ebelik yaptığı
Bir köyde bulunmadım
Ağıtlarını söylemedim çığ altında kalanların
Anam hiçbir kardeşimi bir kış gecesi
Atlı kızakta doğurmadı kasaba yolunda
Kurt ulumaları eşliğinde
İnce hastalıktan kimse ölmedi bizim hanede
Su savaşlarına katılıp heder olmadım köy meydanlarında
Ve ben filmlerden bilirim bütün bunları
Senin için ülkesiz kaldım
Senin için öz vatanımda sürgün oldum
Sevda hikâyelerim yoksa gençlik günlerimden
Ve ben aslında…
Hiç gelmedim dünyaya belki de
Ömrümü geleceğine sermaye sayıp
Koca bir yaşamı sabote ettim
Coplasınlar seni de beni de oğul
Coplasınlar ulan!
Sürgünler yaşamayasın öz vatanında
Kırsınlar her iki kolunu bilekten
Dönüp bakarsam namerdim
Ben senin için insanlığımı erteledim
İşte o an ölümden de beter öldüm ben.
Rıfat Gürsoy
Kaydol:
Yorumlar (Atom)