Korkular büyüttüm gecenin koynunda,
Düşlerimi ipe astım sahipsiz uçurumlarda.
Usul usul ezberledim yalnızlığı,
Yüzümün sol yanına vurdu rüzgar.
Bir sonbahar esti içimin sokaklarında,
Bir hayal yolumu kesti…
Duvarlar söktü beni bağrından,
Kaldırımlara düştü feryadım.
Susma öyle deli edercesine,
Bak nasıl da yakıştı ismime hazan !
Kelime buhranları yaşıyor ömrüm,
Susmak şimdi en acı mahkumiyet bana.
Kalemi kırılmış anılardan soylu yalnızlıklar çoğaltıyorum,
Sefil bir düş saçması oluyor rüyalarım.
Ben, uykusuz giriyorum sabaha,
Dişlerimin arasında ölüyor, söylenmeyi bekleyen tüm sözler.
Bir tren daha göçüyor içimden,
Ben bir durakta daha kayboluyorum.
Rehin alıyor zavallı düşüncelerimi,
Kıyılarıma iliştirdiğim zamansız ünlemler.
Bir soğuk daha düşüyor içime,
Bir his daha tükeniyor ömrümde.
Ayaklarıma yol değiyor, yine adımlarımda can kırıkları..
Suskunluğumu resmediyor aynalar,
Bir giz ele veriyor gözlerimi.
Öksüz düşler acıyor yangınımda.
Geçmişimi süslüyor sahipsiz çocuklar,
Karanlığa koşuyor kabuslarım.
Ürkek bir şarkı mırıldanıyor dudağım.
Kimliğim boğuluyor bulanık sularda,
Ömrüme ilişiyor kırık bir masal.
Uyku buhranlarından rüyalar çalıyorum,
Yastığımda can veriyor sabahlar…
Küskün bir veda bıraktı ardıma,
Yol boyu dönüp giden aşk!
Yaralarımda kırıklık, yüzümde ıslak bir ayrılık.
Suskun vakitler derledim sana,
Avazıma düştü adın.
Ben çoğaltıyorum nefesimi sen duymasan da,
Git gide tükense de sevda,
Ardınca düş, içimdeki sonsuzluğa….
Alıntı.
5 Haziran 2009 Cuma
kal derim benden götürdüklerine
kal derim benden götürdüklerine
artık kaybımdır , senden gittiklerime...
sen gittin!
içimin acısını anlatamadım kimseye
ve hiç kimse yoktu dilimin altında
susmak bir çok şeyi anlatırdı
yalandı yani tüm sözler
ve sen susarak işledin bendeki tüm günahları
sen gittin!
bir cesetin ömrüne bıraktın yaşayamadıklarını
ve ekili hiç bir gülünü solduramadı zaman
''zaman geç'ti...
zaman geçmiş'miydi...
yüzünün eskiliği zamanın geçmişken'liğimiydi...
zaman aslında geçmezdi ,
geçen; eski doğan bebeklerdi!... ''
gecenin en şair yanını besledin içimde hep
oysa her sevişmende kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
bana sarılışın kaldı içime
sonra kurtulmak istercesine savuruşun
bilirsin sende
'istersen gitme' derim 'kal' diyemem ya sana
bu yüzden sana susar , içimde dil tazelerim
sen gittin!
her hikayeden bir rol kaptırdın ikimize
''sevenler ay'mıydı...
sevenler ayrılır'mıydı...
yüzünün eskiliği sevişmenin ayrı'calığımıydı...
seven aslında ayrılmazdı ,
ayrılan; kirlenen aşıklardı!...''
sevgilinin en uzak yanını besledin içimde hep
oysa her terk'inde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
aynalarda bitmişti rolüm
gecenin yeis düşlerinden çaldım yüzüme
ve sen sayfalarını temize çekerken aşkın
ben her gece kirlendim gözlerine
gururunu yitirdim umudumun
ve şuan hala içimdeysen
bunun suçlusumu aranmalı sence?
sen gittin!
ismini saçmaladığım bütün dillerden
vedalarla karşılık verdin ayrılığa
ve temmuzu doladın ayaklarıma
''özlem kal'dı...
özlem kalır'mıydı...
yüzünün eskiliği özlemlerin kalıntı'sımıydı...
özlem aslında kalmazdı ,
kalan; yar/sızım(dı)!...''
sayfaların en siyah yanını besledin içimde hep
oysa her kaleminde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
ve sen gittiğinde bile benim kadar dilsizdin...
bu kentte uçurumlar , intiharlar için evcilleştirilmişken
hangi darağacında vurdun gözyaşlarımı en kadın halinle
uzattığın her elde ittin beni kıyılara
oysa ne çok utanırdım ismini bile duysam
işte sırf bu yüzden ben seni her cümlenin öznesinde gizlerken
sen yeni harfler biriktirdin satırlarında üzerime devrilmeye emirli
bir cümlelik kaldın yanımda hep
kimseye yetmeyecek kadardın zaten
senden kiralık cinnetlerim, içimdeki boşluğun tesellisiydi
ve ben giderken yanımda bir seni istedim
sen yollarla seviştin beni kirletircesine
haklıydın oysa, her aşkın lekesi farklıydı
yazık bir itirafta saklıydı bütün sırların
küçük kız hikayesinden kaçan kadınlığınla
bütün hücrelerinde taşıdın dikenleri
biliyorum battıkça kanadın
sen gittin! kansızlığıma aldırmadın
düş'ün giden en aşk kadınıydın
tüm suskunluğunu kusup gittin
ve sen gittiğinde bile benim kadar dildizdin...
ölümün en az kullanılmış yanını besledin içimde hep
oysa her şizofren baharda kirlettiğin aşktı bilmedin...
bilirsin!
birgün gözümden düşersen
yerden yine ben toplarım kırıklarını...
hani belki gitmeseydin
bu kadar sevilmezdin
o yüzden kanamıyorum gittiğin için...
...ben şahadet ederim ki ; aşk'ın ispatıydı varlığın!
sen gittin!
ve senden sonra hiç kimse hiç bir dilde anlamadı beni...
ürkek düşlerime
en cesur düşlerinle düş
ben hazırım içinde erimeye!
...dilimde kal'dın!
yüzüme gül'dün!
içime düş'tün!
yanıma geç'tin!
sen bunları hiç bilmedin
olma düş'ü(mü)n gideni
sevgili...
artık kaybımdır , senden gittiklerime...
sen gittin!
içimin acısını anlatamadım kimseye
ve hiç kimse yoktu dilimin altında
susmak bir çok şeyi anlatırdı
yalandı yani tüm sözler
ve sen susarak işledin bendeki tüm günahları
sen gittin!
bir cesetin ömrüne bıraktın yaşayamadıklarını
ve ekili hiç bir gülünü solduramadı zaman
''zaman geç'ti...
zaman geçmiş'miydi...
yüzünün eskiliği zamanın geçmişken'liğimiydi...
zaman aslında geçmezdi ,
geçen; eski doğan bebeklerdi!... ''
gecenin en şair yanını besledin içimde hep
oysa her sevişmende kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
bana sarılışın kaldı içime
sonra kurtulmak istercesine savuruşun
bilirsin sende
'istersen gitme' derim 'kal' diyemem ya sana
bu yüzden sana susar , içimde dil tazelerim
sen gittin!
her hikayeden bir rol kaptırdın ikimize
''sevenler ay'mıydı...
sevenler ayrılır'mıydı...
yüzünün eskiliği sevişmenin ayrı'calığımıydı...
seven aslında ayrılmazdı ,
ayrılan; kirlenen aşıklardı!...''
sevgilinin en uzak yanını besledin içimde hep
oysa her terk'inde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
aynalarda bitmişti rolüm
gecenin yeis düşlerinden çaldım yüzüme
ve sen sayfalarını temize çekerken aşkın
ben her gece kirlendim gözlerine
gururunu yitirdim umudumun
ve şuan hala içimdeysen
bunun suçlusumu aranmalı sence?
sen gittin!
ismini saçmaladığım bütün dillerden
vedalarla karşılık verdin ayrılığa
ve temmuzu doladın ayaklarıma
''özlem kal'dı...
özlem kalır'mıydı...
yüzünün eskiliği özlemlerin kalıntı'sımıydı...
özlem aslında kalmazdı ,
kalan; yar/sızım(dı)!...''
sayfaların en siyah yanını besledin içimde hep
oysa her kaleminde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
ve sen gittiğinde bile benim kadar dilsizdin...
bu kentte uçurumlar , intiharlar için evcilleştirilmişken
hangi darağacında vurdun gözyaşlarımı en kadın halinle
uzattığın her elde ittin beni kıyılara
oysa ne çok utanırdım ismini bile duysam
işte sırf bu yüzden ben seni her cümlenin öznesinde gizlerken
sen yeni harfler biriktirdin satırlarında üzerime devrilmeye emirli
bir cümlelik kaldın yanımda hep
kimseye yetmeyecek kadardın zaten
senden kiralık cinnetlerim, içimdeki boşluğun tesellisiydi
ve ben giderken yanımda bir seni istedim
sen yollarla seviştin beni kirletircesine
haklıydın oysa, her aşkın lekesi farklıydı
yazık bir itirafta saklıydı bütün sırların
küçük kız hikayesinden kaçan kadınlığınla
bütün hücrelerinde taşıdın dikenleri
biliyorum battıkça kanadın
sen gittin! kansızlığıma aldırmadın
düş'ün giden en aşk kadınıydın
tüm suskunluğunu kusup gittin
ve sen gittiğinde bile benim kadar dildizdin...
ölümün en az kullanılmış yanını besledin içimde hep
oysa her şizofren baharda kirlettiğin aşktı bilmedin...
bilirsin!
birgün gözümden düşersen
yerden yine ben toplarım kırıklarını...
hani belki gitmeseydin
bu kadar sevilmezdin
o yüzden kanamıyorum gittiğin için...
...ben şahadet ederim ki ; aşk'ın ispatıydı varlığın!
sen gittin!
ve senden sonra hiç kimse hiç bir dilde anlamadı beni...
ürkek düşlerime
en cesur düşlerinle düş
ben hazırım içinde erimeye!
...dilimde kal'dın!
yüzüme gül'dün!
içime düş'tün!
yanıma geç'tin!
sen bunları hiç bilmedin
olma düş'ü(mü)n gideni
sevgili...
Cebimde Saklı
Cebimde Saklı
sahilde oturmuş
seyrediyorum,
martıları
denizi
balıkçı teknelerini.
yaşadıklarımın hüznü
gördüklerimin
acısını yeniden hissederken içimde
yaşarmada gözlerim,
ve akan her damlayı
toplayarak mendilime
cebimde saklıyorum.
evet
cebimde saklı
gözlerimden tane tane süzülen
seksenli yıllara ait
her bir olayın hatırası.
26 Aralık 1981 İskenderun
Fahir Semir Abacı
sahilde oturmuş
seyrediyorum,
martıları
denizi
balıkçı teknelerini.
yaşadıklarımın hüznü
gördüklerimin
acısını yeniden hissederken içimde
yaşarmada gözlerim,
ve akan her damlayı
toplayarak mendilime
cebimde saklıyorum.
evet
cebimde saklı
gözlerimden tane tane süzülen
seksenli yıllara ait
her bir olayın hatırası.
26 Aralık 1981 İskenderun
Fahir Semir Abacı
Cebimde Bir Serce ölüsü
Cebimde Bir Serce ölüsü
Offf..!
Yahya’nın raks dediği olsa gerek
Şalsız, gülsüz, çıplak ayaklı
Ateş kuşları düşüyor yüreğime
Akşamın yangın renkli gözleriyle
Anasız çocuk çehresi gibi bakıyor bana İzmir
Hoşçakal demeden gidiyorum
Gelmişine geçmişine bu dünyanın
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Ahh..! Düş yüzlüm;
Gittin! Ne kıvırcık saçlarım var artık ne de pembe ayakkabılarım…
Uçurumun kenarındayım sevgili…Her şafak vakti martılar güne uyandığında ben tekrar intihar ediyorum …ama olmuyor, ölmeyi bile beceremiyorum sensiz. Biliyor musun artık saklayamıyorum. Adın her içimden geçtiğinde sarsıla sarsıla ağlıyorum. Film izlerken, şarkı dinlerken, en çok da makarna yerken… bıktım insanların ne oldu diye başıma toplanmalarından…Serçe öldüüü….Serçe öldü… diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sensizliğin kuyularına düşüp çamura bulanırken üstüm başım, çaresiz soruyorum. Neden bana elini uzatanların hiç biri sen değil. Görmüyor musun yüreğimin yırtıklarını…
Offf..!
Ben Yusuf sesli bir serçe avuntusuyum
Bu şehir aslında bir kuyu demedim mi
Masalımızda yorulurken şarkılar
Yolcuyum yolum Kerbela demedim mi
Şimdi koy ver beni bırak gideyim
Ağlama serçem gözünü seveyim
Bu yıldız senin olsun bak bu gece mavisi
Bırak aşkı ben Hüseyin’den öğreneyim
Yandım diyorum yandım gör halimi
Fatıma’nın sabrı olda
Çalkala doldur böğrüme şu denizi
Yoksa bu şehir yanacak,
Yanacak çocukların elleri
Ahh çıkmaz sokağım;
Kaç kez çarptım pencerene…Git! diyorsun ama senden başka adresim yok ki benim … Nereye gitsem yalnızlığımın kalabalığısın. Sensizliğin gürültüsü hep içimde..
İzmir kıskandığım şehir…Martılar tanır oldu kendime yabancı gölgemi. Seni anlatıyorum onlara. Biliyorlar sen yoksulu olduğumu. Konuşmasalar da anlıyorlar dilimden. Geçip gittiğin sokaklardaki ayak izlerine dokunuyorum. Topuklarım kanıyor…
Efkarla içtiğin sigaranı atarken denize yine öfkelisin. Dokunuyorum dudağından dökülen öfkeli kelimelerine, sonra bağrıma basıyorum onları. Kış rengi saçlarını okşuyorum. Neden siliyorsun gözlerini? Oturduğun taşın üstüne sinmiş kokun. Sana bulanıyorum yine. Ahh..! kimsesiz/im/liğim. Karışsam denizin tuzuna yeter mi? Kanımdaki seni durulamaya…
Biz seninle gece ve gündüz gibiydik birbirine yaslanan ama birbirine hiç kavuşamayan….Senden sonra tren vagonları hep ölü kuşları taşıyor…raylar geçiyor üzerimden sol yanım sağ yanımdan hep ayrı…hiçbir istasyonda yok yüzün…adını bilmiyor hiç kimse…hangi şehre gitsem yabancı…sadece ölü kuşlar tanıdık…ömrüm seni yaşadığım kadardı…ölümümse gidişin kadar…Ah uzağım…
Off…!
Uslanmadık iki derviş bir çölü sevdik
Bakıştık serap gibi yar gözünde kıbleye vardık
Baldıran içtik dilimizden şükre bulandık
Söyle bana aşkın diliyle söyle
Söyle öksüz bakışlım,bakışı nazlım
Can canan’ı cehennem gibi özlerse
Yunus’u cennetten geçiren
Beni senden geçirmez mi?
Ahh hüznüm;
Ah yarasını sevdiğim…Ben sana hiç veda edemedim ki. Her geri dönüşümde otobüsün camına adını yazarken, çarçabuk sildim gözlerimi yanımdakiler gözyaşlarımı görmesin diye…Senin yanından ayrılırken her seferinde bin kere daha öldüm. Ahh..! Ne vardı kucağında bir kere ölseydim.Kefene sardım düşlerimi defnettim. Yusuf’un kuyularına…salamı şiirlerin okusun…
Ne sıcaktı yüreğin. Dünyayı serçe parmağımla kaldırır bir tarafa atardım sana yaslanırken. Küçük omuzlarımda taşırdım bütün kuşları. Adın su gibi dökülürdü dilimden. Bilmediğim sokaklarda umarsızca gezerken bir sürü şey anlatırdım sana havadan sudan. Başım omzuna düşerken kayıp gitmenden korkardım avuçlarımdan. Sıkıca tutardım elini. Sıcaktın, yürektin, özlemdin…Hissederdim uykumda bile senin saçlarımı okşadığını Bunun adıydı aşk…Ruhunu saran her şeyi maviye boyayan bir masal…Hep ağlayarak dokunduk. Biliyorduk emanettik birbirimize…Kıyamet yakındı…Mahşer yeriydi içimiz ama konuşmuyorduk hiç…Ne duymaya ne de söylemeye cesaretimiz vardı…
Offf…!
Bir dağa bir denize vuruyorum kendimi
Parçalandıkça çoğalan bir efkar gibi
Kan revan içinde kanatlarım
Ya düşerse serçenin gözündeki gül
Sorularla hırpalanıyor dudaklarım
Bütün trenlerde senin yüzün
Bir ayrılık telaşı sarmış koşturuyor
Çeliğe kan bulaştı makinist kör bir maşuk
Gecenin rahmine soyunuyor günah gibi
Telsizlerde Allahu Ekber senin sözlerin
Ey..! hayatın ve aşkın sahibi
Ey..! ateş içinde gül veren ibrahim’e
Lokma ve hırkadan da geçtik gayrı
Sabr ver sevgiliye
Medet Ey..!
Ahh sancım;
Biliyorum! Ben hiç iyileşemeyeceğim. Her gün bir parçası daha düşüyor kangren olan ruhumun. Uff..! ben aslında bu fesleğen kokusu yüzünden ağlıyorum. Yoksa iyiyim. Ortalık yere dökülen anıları toplamaya çalışıyorum. Yine beceremiyorum, yığılıp kalıyorum oracığa. Saçlarım ellerimin arasında hıçkırıklara boğuluyorum.
Bu evde uyumak istiyorum ve de hiç uyanmamak…Biliyorum ben uyurken yine saçımı okşamaya geleceksin. Göz yaşın yanağıma bulaşacak. Açmayacağım gözümü, dudağımı ısıracağım yine anlama diye…Peki melekler neden bu kadar ağlıyor sevgili…onlarda mı yasta benim gibi…
Off..!
Kırlangıçlara gülleri öğreten yar
Karnının beyazında fesleğenler büyüten yar
Yokuşumda yorulma artık
Uzak denizlere çoktan geldi sonbahar
Senin gözyaşın benim yanağıma dökülsün
İçerim zemzem niyetine, dilimde acımış dualar
Sapla tırnaklarını ellerinle sök kalbimi
Bölüşürüm seninle sıcak bir ekmek gibi
Yeter ki gözünde bir gül kalsın
“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya”
Aşk yazsın sana Münker sağ yanına
Zemheride başımıza düşecek
Üç elması yok bu masalın
Yolcu yolunda,
Derviş çilede gerek
Kıvırcık saçların bana hatıra
Sana da bu kanlı, mavi gömlek
Ahh canımın son nefesi;
Bildiğim bütün duaları unuttum. Delik deşik ömrümden bir nefes daha çıkar mı? Bilmem. Her gece gelip bağdaş kurup oturuyorsun gecemin ortasına. Yatağım çöl, Yastığım göl… Açım, uykusuzum sana. Acıtarak yüreğimden bir parça bölüp gözlerine banıyorum. Lokmam yine boğazımda kalıyor. Avunmuyor hasretim.
Azad et artık beni sevgili. Ne olur azad et gün ışığından. Yoksun her hücrem siyah, parmak uçlarım hep kırağı…
Offf..!
Masalımda saklayamadığım
Hoşçakal demeden gidiyorum sana
Elim yüzüm hasret kesiği
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Eskiyen elleriyle çıngırağını sallıyor kıvırcık saçlı kız.…Gittiiiii..! Mavi gömlekli çocuk…gittiiii….daha da eskiyor elleri, daha da….
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
La ilahe İllallah
(alıntı)Şahan Çoker
Offf..!
Yahya’nın raks dediği olsa gerek
Şalsız, gülsüz, çıplak ayaklı
Ateş kuşları düşüyor yüreğime
Akşamın yangın renkli gözleriyle
Anasız çocuk çehresi gibi bakıyor bana İzmir
Hoşçakal demeden gidiyorum
Gelmişine geçmişine bu dünyanın
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Ahh..! Düş yüzlüm;
Gittin! Ne kıvırcık saçlarım var artık ne de pembe ayakkabılarım…
Uçurumun kenarındayım sevgili…Her şafak vakti martılar güne uyandığında ben tekrar intihar ediyorum …ama olmuyor, ölmeyi bile beceremiyorum sensiz. Biliyor musun artık saklayamıyorum. Adın her içimden geçtiğinde sarsıla sarsıla ağlıyorum. Film izlerken, şarkı dinlerken, en çok da makarna yerken… bıktım insanların ne oldu diye başıma toplanmalarından…Serçe öldüüü….Serçe öldü… diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sensizliğin kuyularına düşüp çamura bulanırken üstüm başım, çaresiz soruyorum. Neden bana elini uzatanların hiç biri sen değil. Görmüyor musun yüreğimin yırtıklarını…
Offf..!
Ben Yusuf sesli bir serçe avuntusuyum
Bu şehir aslında bir kuyu demedim mi
Masalımızda yorulurken şarkılar
Yolcuyum yolum Kerbela demedim mi
Şimdi koy ver beni bırak gideyim
Ağlama serçem gözünü seveyim
Bu yıldız senin olsun bak bu gece mavisi
Bırak aşkı ben Hüseyin’den öğreneyim
Yandım diyorum yandım gör halimi
Fatıma’nın sabrı olda
Çalkala doldur böğrüme şu denizi
Yoksa bu şehir yanacak,
Yanacak çocukların elleri
Ahh çıkmaz sokağım;
Kaç kez çarptım pencerene…Git! diyorsun ama senden başka adresim yok ki benim … Nereye gitsem yalnızlığımın kalabalığısın. Sensizliğin gürültüsü hep içimde..
İzmir kıskandığım şehir…Martılar tanır oldu kendime yabancı gölgemi. Seni anlatıyorum onlara. Biliyorlar sen yoksulu olduğumu. Konuşmasalar da anlıyorlar dilimden. Geçip gittiğin sokaklardaki ayak izlerine dokunuyorum. Topuklarım kanıyor…
Efkarla içtiğin sigaranı atarken denize yine öfkelisin. Dokunuyorum dudağından dökülen öfkeli kelimelerine, sonra bağrıma basıyorum onları. Kış rengi saçlarını okşuyorum. Neden siliyorsun gözlerini? Oturduğun taşın üstüne sinmiş kokun. Sana bulanıyorum yine. Ahh..! kimsesiz/im/liğim. Karışsam denizin tuzuna yeter mi? Kanımdaki seni durulamaya…
Biz seninle gece ve gündüz gibiydik birbirine yaslanan ama birbirine hiç kavuşamayan….Senden sonra tren vagonları hep ölü kuşları taşıyor…raylar geçiyor üzerimden sol yanım sağ yanımdan hep ayrı…hiçbir istasyonda yok yüzün…adını bilmiyor hiç kimse…hangi şehre gitsem yabancı…sadece ölü kuşlar tanıdık…ömrüm seni yaşadığım kadardı…ölümümse gidişin kadar…Ah uzağım…
Off…!
Uslanmadık iki derviş bir çölü sevdik
Bakıştık serap gibi yar gözünde kıbleye vardık
Baldıran içtik dilimizden şükre bulandık
Söyle bana aşkın diliyle söyle
Söyle öksüz bakışlım,bakışı nazlım
Can canan’ı cehennem gibi özlerse
Yunus’u cennetten geçiren
Beni senden geçirmez mi?
Ahh hüznüm;
Ah yarasını sevdiğim…Ben sana hiç veda edemedim ki. Her geri dönüşümde otobüsün camına adını yazarken, çarçabuk sildim gözlerimi yanımdakiler gözyaşlarımı görmesin diye…Senin yanından ayrılırken her seferinde bin kere daha öldüm. Ahh..! Ne vardı kucağında bir kere ölseydim.Kefene sardım düşlerimi defnettim. Yusuf’un kuyularına…salamı şiirlerin okusun…
Ne sıcaktı yüreğin. Dünyayı serçe parmağımla kaldırır bir tarafa atardım sana yaslanırken. Küçük omuzlarımda taşırdım bütün kuşları. Adın su gibi dökülürdü dilimden. Bilmediğim sokaklarda umarsızca gezerken bir sürü şey anlatırdım sana havadan sudan. Başım omzuna düşerken kayıp gitmenden korkardım avuçlarımdan. Sıkıca tutardım elini. Sıcaktın, yürektin, özlemdin…Hissederdim uykumda bile senin saçlarımı okşadığını Bunun adıydı aşk…Ruhunu saran her şeyi maviye boyayan bir masal…Hep ağlayarak dokunduk. Biliyorduk emanettik birbirimize…Kıyamet yakındı…Mahşer yeriydi içimiz ama konuşmuyorduk hiç…Ne duymaya ne de söylemeye cesaretimiz vardı…
Offf…!
Bir dağa bir denize vuruyorum kendimi
Parçalandıkça çoğalan bir efkar gibi
Kan revan içinde kanatlarım
Ya düşerse serçenin gözündeki gül
Sorularla hırpalanıyor dudaklarım
Bütün trenlerde senin yüzün
Bir ayrılık telaşı sarmış koşturuyor
Çeliğe kan bulaştı makinist kör bir maşuk
Gecenin rahmine soyunuyor günah gibi
Telsizlerde Allahu Ekber senin sözlerin
Ey..! hayatın ve aşkın sahibi
Ey..! ateş içinde gül veren ibrahim’e
Lokma ve hırkadan da geçtik gayrı
Sabr ver sevgiliye
Medet Ey..!
Ahh sancım;
Biliyorum! Ben hiç iyileşemeyeceğim. Her gün bir parçası daha düşüyor kangren olan ruhumun. Uff..! ben aslında bu fesleğen kokusu yüzünden ağlıyorum. Yoksa iyiyim. Ortalık yere dökülen anıları toplamaya çalışıyorum. Yine beceremiyorum, yığılıp kalıyorum oracığa. Saçlarım ellerimin arasında hıçkırıklara boğuluyorum.
Bu evde uyumak istiyorum ve de hiç uyanmamak…Biliyorum ben uyurken yine saçımı okşamaya geleceksin. Göz yaşın yanağıma bulaşacak. Açmayacağım gözümü, dudağımı ısıracağım yine anlama diye…Peki melekler neden bu kadar ağlıyor sevgili…onlarda mı yasta benim gibi…
Off..!
Kırlangıçlara gülleri öğreten yar
Karnının beyazında fesleğenler büyüten yar
Yokuşumda yorulma artık
Uzak denizlere çoktan geldi sonbahar
Senin gözyaşın benim yanağıma dökülsün
İçerim zemzem niyetine, dilimde acımış dualar
Sapla tırnaklarını ellerinle sök kalbimi
Bölüşürüm seninle sıcak bir ekmek gibi
Yeter ki gözünde bir gül kalsın
“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya”
Aşk yazsın sana Münker sağ yanına
Zemheride başımıza düşecek
Üç elması yok bu masalın
Yolcu yolunda,
Derviş çilede gerek
Kıvırcık saçların bana hatıra
Sana da bu kanlı, mavi gömlek
Ahh canımın son nefesi;
Bildiğim bütün duaları unuttum. Delik deşik ömrümden bir nefes daha çıkar mı? Bilmem. Her gece gelip bağdaş kurup oturuyorsun gecemin ortasına. Yatağım çöl, Yastığım göl… Açım, uykusuzum sana. Acıtarak yüreğimden bir parça bölüp gözlerine banıyorum. Lokmam yine boğazımda kalıyor. Avunmuyor hasretim.
Azad et artık beni sevgili. Ne olur azad et gün ışığından. Yoksun her hücrem siyah, parmak uçlarım hep kırağı…
Offf..!
Masalımda saklayamadığım
Hoşçakal demeden gidiyorum sana
Elim yüzüm hasret kesiği
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Eskiyen elleriyle çıngırağını sallıyor kıvırcık saçlı kız.…Gittiiiii..! Mavi gömlekli çocuk…gittiiii….daha da eskiyor elleri, daha da….
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
La ilahe İllallah
(alıntı)Şahan Çoker
KRALIN ŞAİRİ
KRALIN ŞAİRİ
Benliğim, mavi gökyüzü gibi,
Kaçıp gittiğinde bir yerlere;
Bir şimşek gibi doğuyor
Ve yaklaşıyorum ona.
Ey, gökyüzü!
Sevinçten nasıl da ses veriyorsun,
Bir düşünü anımsar gibi gülümsüyorsun.
Tüm İsveçli erkekler
Ve tarladaki bizler,
Öylece bırakıp sabanımızı,
Aşağıya koşup çağırdık;
Masamıza davet ettik o papazı.
Bir İngiliz öneride bulunuyor;
Büyük kral Karl’ın sevdiği şeyin,
Dürüstlük ve inanç olduğunu söylüyor.,
Öğreniyoruz, içimiz esenlik dolu,
Onun saf bir Hıristiyan olduğunu.
Ayakkabı gönderiyor bize
Ve her iki dilde yazılmış kutsal kitap,
Sevinç duyuyoruz bunlarla;
Okuma öğretme zamanı şimdi komşulara.
Bir düşün, şu andan söz ediyorum;
Cedrar’ın sözüne kulak ver!
Bakıyorum da ayaklarım,
Hiç olmadıkları kadar güç dolu;
Hiç olmadıkları kadar,
Çevik ve istekli.
Yurdundan çıkıp gelmiş,
Şimdi, o ağacın altında;
Sanki yabancı bir sahilde,
İyilik ve kötülük bir arada.
Yurtdışından gelmiş olsa da,
Tuhaf bir duruluk duygusu getirdi buraya;
Sanki bahçede,
Bir çiftçinin konuşması ya da
Gün batımında, horozların bağırması gibi.
Kim olduğumu bilmiyorum.
Düşüncelerim gölleri aşıp,
İsveç’in kuytularına gittiğinde;
İçimdeki güç,
Birden parlıyor
Ve halen yaşıyor.
Zaman geçmesine rağmen,
Doğduğum yere döndüğümde;
Fırtınaya rağmen,
Bir yelkenliye biniyorum.
Tüm akıntılara karşı,
Akıllı bir denizcinin,
Doğayla savaşımındaki gibi;
Kendimde, kuzeyin sanatının,
Yansımasını görüyorum.
Çocukluğumun geçtiği yerleri,
Görünce cesaretleniyorum
Ve şöyle söylüyorum:
Wermeland, sen ki tüm ülkelere ödülsün,
Sen istek dolusun;
Aşkın gerçek onuruyla dolu.
Sen öyle bir ülkesin ki,
Bir yeryüzü cennetisin.
Gözlerimizi kapatarak mı bakmalıyız,
Koyunların olduğu ağıla;
Kilisenin sunduğu,
Kurtuluşa giden o yola.
Öyle sevinçliyim ki,
Senin gibi bir kralım var!
Tanrı seni kutsasın, kral Karl;
Sonsuza dek,
Dünya yol aldıkça seni kutsasın!
Ama unutma,
Olmalı zenginlik inançla;
Gözlerin aradığı sürece,
Meyvasını sunsun Tanrı sana!
Günlerin yavaş geçsin,
Yılların güzel olsun,
Bedenini gizler gibi gizlenmiş askerler ormana;
Tüm korkularına karşın,
Öğretiyorsun sen,
Bir İsveçli gibi sevinmeyi
Ve onur duymayı onlara.
Dahlstierna
Benliğim, mavi gökyüzü gibi,
Kaçıp gittiğinde bir yerlere;
Bir şimşek gibi doğuyor
Ve yaklaşıyorum ona.
Ey, gökyüzü!
Sevinçten nasıl da ses veriyorsun,
Bir düşünü anımsar gibi gülümsüyorsun.
Tüm İsveçli erkekler
Ve tarladaki bizler,
Öylece bırakıp sabanımızı,
Aşağıya koşup çağırdık;
Masamıza davet ettik o papazı.
Bir İngiliz öneride bulunuyor;
Büyük kral Karl’ın sevdiği şeyin,
Dürüstlük ve inanç olduğunu söylüyor.,
Öğreniyoruz, içimiz esenlik dolu,
Onun saf bir Hıristiyan olduğunu.
Ayakkabı gönderiyor bize
Ve her iki dilde yazılmış kutsal kitap,
Sevinç duyuyoruz bunlarla;
Okuma öğretme zamanı şimdi komşulara.
Bir düşün, şu andan söz ediyorum;
Cedrar’ın sözüne kulak ver!
Bakıyorum da ayaklarım,
Hiç olmadıkları kadar güç dolu;
Hiç olmadıkları kadar,
Çevik ve istekli.
Yurdundan çıkıp gelmiş,
Şimdi, o ağacın altında;
Sanki yabancı bir sahilde,
İyilik ve kötülük bir arada.
Yurtdışından gelmiş olsa da,
Tuhaf bir duruluk duygusu getirdi buraya;
Sanki bahçede,
Bir çiftçinin konuşması ya da
Gün batımında, horozların bağırması gibi.
Kim olduğumu bilmiyorum.
Düşüncelerim gölleri aşıp,
İsveç’in kuytularına gittiğinde;
İçimdeki güç,
Birden parlıyor
Ve halen yaşıyor.
Zaman geçmesine rağmen,
Doğduğum yere döndüğümde;
Fırtınaya rağmen,
Bir yelkenliye biniyorum.
Tüm akıntılara karşı,
Akıllı bir denizcinin,
Doğayla savaşımındaki gibi;
Kendimde, kuzeyin sanatının,
Yansımasını görüyorum.
Çocukluğumun geçtiği yerleri,
Görünce cesaretleniyorum
Ve şöyle söylüyorum:
Wermeland, sen ki tüm ülkelere ödülsün,
Sen istek dolusun;
Aşkın gerçek onuruyla dolu.
Sen öyle bir ülkesin ki,
Bir yeryüzü cennetisin.
Gözlerimizi kapatarak mı bakmalıyız,
Koyunların olduğu ağıla;
Kilisenin sunduğu,
Kurtuluşa giden o yola.
Öyle sevinçliyim ki,
Senin gibi bir kralım var!
Tanrı seni kutsasın, kral Karl;
Sonsuza dek,
Dünya yol aldıkça seni kutsasın!
Ama unutma,
Olmalı zenginlik inançla;
Gözlerin aradığı sürece,
Meyvasını sunsun Tanrı sana!
Günlerin yavaş geçsin,
Yılların güzel olsun,
Bedenini gizler gibi gizlenmiş askerler ormana;
Tüm korkularına karşın,
Öğretiyorsun sen,
Bir İsveçli gibi sevinmeyi
Ve onur duymayı onlara.
Dahlstierna
SENİN GÖZLERİN ATEŞ, BENİM RUHUM AĞAÇ
SENİN GÖZLERİN ATEŞ, BENİM RUHUM AĞAÇ
Senin gözlerin ateş, benim ruhum ağaç sakızı ve ırmaklar.
Bir çıra gibi tutuşmadan, uzaklaş benden!
Kutusunda dünyanın tüm şarkıları saklı bir kemanım ben,
Çıkar şarkıları ve çal, nasıl ve hangisini istersen.
Beni bırak, ama dön bana! Hem yanmak hem serinlemek istiyorum
Ben tutku ve özlemim, hazan ile ilkyazın kavuşumdaki konuk.
Gerilsin teller, şarkı söylesin sarhoş ve çılgınca
Aşkla geçen yıllarım aşkına son bir şarkı işte kahkahalarla.
Beni bırak, ama dön bana! Bir hazan akşamı gibi yanalım;
Fırtınaların sevinci esip duruyorken içimizde-
Duruluncaya dek ve akşam karanlığı inerken gözden
...............................yitiyor adımlarınla
Ve sen, benimle gelen en son
.................................ateşli gençliğim aşkına.
Senin gözlerin ateş, benim ruhum ağaç sakızı ve ırmaklar.
Bir çıra gibi tutuşmadan, uzaklaş benden!
Kutusunda dünyanın tüm şarkıları saklı bir kemanım ben,
Çıkar şarkıları ve çal, nasıl ve hangisini istersen.
Beni bırak, ama dön bana! Hem yanmak hem serinlemek istiyorum
Ben tutku ve özlemim, hazan ile ilkyazın kavuşumdaki konuk.
Gerilsin teller, şarkı söylesin sarhoş ve çılgınca
Aşkla geçen yıllarım aşkına son bir şarkı işte kahkahalarla.
Beni bırak, ama dön bana! Bir hazan akşamı gibi yanalım;
Fırtınaların sevinci esip duruyorken içimizde-
Duruluncaya dek ve akşam karanlığı inerken gözden
...............................yitiyor adımlarınla
Ve sen, benimle gelen en son
.................................ateşli gençliğim aşkına.
isvec şiiri
FIRTINA
Ve ansızın yolcunun önüne çıktı
İhtiyar bir çınar bütün heybetiyle,
iri taçlarıyla, taşlaşmış bir geyik gibi
Yeşil kalesi önünde eylül denizinin.
Ey kuzey fırtınası,!
Şimdi böğürtlenlerin olma mevsimi.
Uyanık dur karanlıkta, dinle mahmuz
şıkırtılarını,
Ağaçların doruğunda esen yıldızların.
Tomas Tranströmer
Ve ansızın yolcunun önüne çıktı
İhtiyar bir çınar bütün heybetiyle,
iri taçlarıyla, taşlaşmış bir geyik gibi
Yeşil kalesi önünde eylül denizinin.
Ey kuzey fırtınası,!
Şimdi böğürtlenlerin olma mevsimi.
Uyanık dur karanlıkta, dinle mahmuz
şıkırtılarını,
Ağaçların doruğunda esen yıldızların.
Tomas Tranströmer
serce
Minicik, yuvarlak birkaç yakalayışımdı bakışları, saniyeden kısa süreli göz göze gelişlerimdi gözlerimi ayırmadan baktığımda. Tel kadar ince ayaklar üzerinde topacık, ufacık gövdesi, pır pır kanatlar, gözleri değil bir tek insanlara; masada, tabağa bakar. Tıp tıp atar yüreği, ayakları zıp zıp zıplar. Küçük kanat çırpışları havayı kovalar. Amaç gitmek değildir, uçmaktan yana değildir bu hazırlıklar…
Bir lütuftur masada alınması için bekleyen içinde çıtır çıtır kırıntılar. Sık sık gider bakışları; ayakları gidemez…Kırıntılar gözlerini boyar, tadını ağzında arar, küçük gagası oynar oynar.
Ne var ki ürkektir serçe, ha şimdi yiyecek yedi derken, en uzak bir hareketle çırpıverir kanatlarını yüksekçe bir yere…
Birkaç taneydiler baştan.
Yakındaki bir ağacın yaprakları arasından uçup geldiler. Hopladılar, cıvıldaştılar etrafta, ancak masaya konmaya cesaretli çıkmadı aralarında. Derken aniden diğerleri uçuverdi ama biri kaldı. Bakındı gidenlerin ardından birkaç sıçrayışla birlikte; küçücük başı sürekli etrafı kolladı. Gözlerim hep ondaydı. Güç vermek istedim, yüreğimi gönderdim ona “al,” dedim,
“Sana göz-kulak olacak hadi korkma!
Ben baktım, kimseler gelmiyor,
herkes kendi halinde.
Bir sen, bir ben…
Birlikteydim onunla. Bakışımdan cesaret ve yüreklilik, rahatlık ve huzur gönderdim. Endişelerini, korkularını seyreltmeye çalıştım. Gücümü ona yolladım. Bir anda onun da diğerleri gibi çabucak pes edip gideceği, asla aklıma gelmedi. Çünkü “ben” onunlaydım.
Beklediğim gibi, yüreğimle birlikte, o küçük minnacık can çıkmayı başardı masaya.
Yine küçük sıçrayışlar, kanat çırpışları, bakışlar…
“Hadi yüreğim, hadi serçem,
git artık tabağa,
git, zamanın daralıyor,
yeter artık tedirginliğin,
hadi yiyebilmelisin sen.
O kırıntılar senin için.
Hadi serçem git artık yanına , git…
Seninleyim.
Ben bakıyorum,
güvendesin.
“Aman Tanrı’m bu ne güzel bir zevk! Bu ne büyük bir zafer!
Bu kadar mutlu edebilir mi bir insanı, bir serçenin yemek adına , bir tabaktan biraz kırıntı toplaması!
Bu kadar güzel olabilir mi küçücük bir canın karnını doyurmasını yaşamak!
Hiç bu kadar hafifleyebilir mi bu kadar küçük kırıntılarla bir yürek.!
Bu kadar eritebilir mi insanın içini, her seferinde tabaktan bir şeyler toplayan küçük gaganın hareketleri! .
Mutluyum serçem!
Aynı senin gibiyim!
Benimle ne güzel yaşadın,
kabul ettin yüreğimi…
Böylece birlikte tattık
yaşamdan bu güzel, eşsiz lezzeti…
Yaşamımızda güzelliklere yer açabilmeye, sevgiyle...
ezgi ç.
Bir lütuftur masada alınması için bekleyen içinde çıtır çıtır kırıntılar. Sık sık gider bakışları; ayakları gidemez…Kırıntılar gözlerini boyar, tadını ağzında arar, küçük gagası oynar oynar.
Ne var ki ürkektir serçe, ha şimdi yiyecek yedi derken, en uzak bir hareketle çırpıverir kanatlarını yüksekçe bir yere…
Birkaç taneydiler baştan.
Yakındaki bir ağacın yaprakları arasından uçup geldiler. Hopladılar, cıvıldaştılar etrafta, ancak masaya konmaya cesaretli çıkmadı aralarında. Derken aniden diğerleri uçuverdi ama biri kaldı. Bakındı gidenlerin ardından birkaç sıçrayışla birlikte; küçücük başı sürekli etrafı kolladı. Gözlerim hep ondaydı. Güç vermek istedim, yüreğimi gönderdim ona “al,” dedim,
“Sana göz-kulak olacak hadi korkma!
Ben baktım, kimseler gelmiyor,
herkes kendi halinde.
Bir sen, bir ben…
Birlikteydim onunla. Bakışımdan cesaret ve yüreklilik, rahatlık ve huzur gönderdim. Endişelerini, korkularını seyreltmeye çalıştım. Gücümü ona yolladım. Bir anda onun da diğerleri gibi çabucak pes edip gideceği, asla aklıma gelmedi. Çünkü “ben” onunlaydım.
Beklediğim gibi, yüreğimle birlikte, o küçük minnacık can çıkmayı başardı masaya.
Yine küçük sıçrayışlar, kanat çırpışları, bakışlar…
“Hadi yüreğim, hadi serçem,
git artık tabağa,
git, zamanın daralıyor,
yeter artık tedirginliğin,
hadi yiyebilmelisin sen.
O kırıntılar senin için.
Hadi serçem git artık yanına , git…
Seninleyim.
Ben bakıyorum,
güvendesin.
“Aman Tanrı’m bu ne güzel bir zevk! Bu ne büyük bir zafer!
Bu kadar mutlu edebilir mi bir insanı, bir serçenin yemek adına , bir tabaktan biraz kırıntı toplaması!
Bu kadar güzel olabilir mi küçücük bir canın karnını doyurmasını yaşamak!
Hiç bu kadar hafifleyebilir mi bu kadar küçük kırıntılarla bir yürek.!
Bu kadar eritebilir mi insanın içini, her seferinde tabaktan bir şeyler toplayan küçük gaganın hareketleri! .
Mutluyum serçem!
Aynı senin gibiyim!
Benimle ne güzel yaşadın,
kabul ettin yüreğimi…
Böylece birlikte tattık
yaşamdan bu güzel, eşsiz lezzeti…
Yaşamımızda güzelliklere yer açabilmeye, sevgiyle...
ezgi ç.
küçük serce konusur !!
serçe konuşur:
Sonunda ne olacağı hiç belli olmayan bir depremin sarsıntısına dayanamayacak kadar kırılgan bir serçeyim ben. İçerisine can üflenmiş incecik bir cam gibiyim... Güçlüyüm güçlü olmasına, ama bir türlü aklımdan gitmiyor gülüşlerimin arkasına saklanmış, gizli suskunluklarımın anıları. Ve birdenbire kanatlandım biliyor musunuz, oysaki ben alışmıştım hücreme, göç etmeyen serçelerin kendi içindeki katlanılabilir, bu garip göçüne çıkanlar bilir bunu; alışmıştım durgun, olağan ve yolunda gitmesi gerektiği için yolunda giden zamanın, çarpa çarpa içime, farketmesem de boşaltmasına içimi, alışmıştım. Ama birdenbire çiçeklendim biliyor musunuz! Tomurcuklandı, üstünü örtmek istedikçe açıldı bu çiçekler ve cesaret korkuların da, sessizliğin de üzerine en beklenmedik anlarda gider... Bütün kitapların ve öğütlerin bize yasakladıklarını birden bir çiçek açımında söyleyiverir aşk... Aşk, evet aşk. Küçük bir serçenin içine düştüğü ve karmakarışıklaştıkça, çözüm bulamadıkça büyüdüğü, aşk. Alıştığım kafesime artık sığamıyorum, gittikçe büyüyorum. Alıştığım kafesime eskisi gibi bakamıyorum... Gittikçe büyüyorum bu kafesin içinde, yoksa kafes mi küçülüyor bilmiyorum...
Her şeyin sebebi konuşur:
Bana her şeyin sebebi diyorlar. Oysa ki herhangi bir şeyin, hiçbir zaman herşeyin sebebi olamayacak kadar sınırlandırılmış olduğunu bilmiyorlar mı? Bana herşeyin sebebi diyorlar ve inatla çocuklarına hiçbirşeyi parmakla göstermemeyi büyük bir dikkatle ve katlanamazlık sinirliliğiyle öğreten anneler bile birbirlerinden aşağı kalmamak için yarışarak, susmadan ve hiç susmayacakmış gibi parmaklarıyla göstererek diyorlar ki bana: sen her şeyin sebebisin. Oysa ki o kadar karmaşık olayların, birbirine geçmişliğin sonucunda oluveriyor herşey, evet tam anlamıyla herşey. Yani bir tane bile olayın tek sebebi yokken, içimi acıtan bu suçlamalara karşı birşey yapamamanın suskunluğuyla içimden üzülüyorum: ben herşeyin sebebi nasıl olurum diye... Halbuki bazı şeylerin hiçbir sebebi yokmuş gibi gelir insana, küçük bir serçenin, penceredeki kırlangıç kuşuna aşık olması gibi ya da yaralı bir kırlangıcın küçük serçeyi birden görmesi gibi. İnanıyor musunuz bana hala herşeyin sebebi diyorlar bütün bunlara rağmen...
anıl (alıntı)
Sonunda ne olacağı hiç belli olmayan bir depremin sarsıntısına dayanamayacak kadar kırılgan bir serçeyim ben. İçerisine can üflenmiş incecik bir cam gibiyim... Güçlüyüm güçlü olmasına, ama bir türlü aklımdan gitmiyor gülüşlerimin arkasına saklanmış, gizli suskunluklarımın anıları. Ve birdenbire kanatlandım biliyor musunuz, oysaki ben alışmıştım hücreme, göç etmeyen serçelerin kendi içindeki katlanılabilir, bu garip göçüne çıkanlar bilir bunu; alışmıştım durgun, olağan ve yolunda gitmesi gerektiği için yolunda giden zamanın, çarpa çarpa içime, farketmesem de boşaltmasına içimi, alışmıştım. Ama birdenbire çiçeklendim biliyor musunuz! Tomurcuklandı, üstünü örtmek istedikçe açıldı bu çiçekler ve cesaret korkuların da, sessizliğin de üzerine en beklenmedik anlarda gider... Bütün kitapların ve öğütlerin bize yasakladıklarını birden bir çiçek açımında söyleyiverir aşk... Aşk, evet aşk. Küçük bir serçenin içine düştüğü ve karmakarışıklaştıkça, çözüm bulamadıkça büyüdüğü, aşk. Alıştığım kafesime artık sığamıyorum, gittikçe büyüyorum. Alıştığım kafesime eskisi gibi bakamıyorum... Gittikçe büyüyorum bu kafesin içinde, yoksa kafes mi küçülüyor bilmiyorum...
Her şeyin sebebi konuşur:
Bana her şeyin sebebi diyorlar. Oysa ki herhangi bir şeyin, hiçbir zaman herşeyin sebebi olamayacak kadar sınırlandırılmış olduğunu bilmiyorlar mı? Bana herşeyin sebebi diyorlar ve inatla çocuklarına hiçbirşeyi parmakla göstermemeyi büyük bir dikkatle ve katlanamazlık sinirliliğiyle öğreten anneler bile birbirlerinden aşağı kalmamak için yarışarak, susmadan ve hiç susmayacakmış gibi parmaklarıyla göstererek diyorlar ki bana: sen her şeyin sebebisin. Oysa ki o kadar karmaşık olayların, birbirine geçmişliğin sonucunda oluveriyor herşey, evet tam anlamıyla herşey. Yani bir tane bile olayın tek sebebi yokken, içimi acıtan bu suçlamalara karşı birşey yapamamanın suskunluğuyla içimden üzülüyorum: ben herşeyin sebebi nasıl olurum diye... Halbuki bazı şeylerin hiçbir sebebi yokmuş gibi gelir insana, küçük bir serçenin, penceredeki kırlangıç kuşuna aşık olması gibi ya da yaralı bir kırlangıcın küçük serçeyi birden görmesi gibi. İnanıyor musunuz bana hala herşeyin sebebi diyorlar bütün bunlara rağmen...
anıl (alıntı)
serce ve göçmen kuş hikayesi !!!
İşte hikayemiz......
Her hikaye hayata dairdir...........
İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye
Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber
Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.
Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...
Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.
Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,
Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.
Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.
O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber...
Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı
Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz
Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.
Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye
Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara...
Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.
Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş
Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara
Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış
Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık.
Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye
birazdan okyanuslara varacağız
Serçe sevgisine uymuş ve
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa
Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları
Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi
Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene
Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş........
Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...
alıntı
Her hikaye hayata dairdir...........
İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye
Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber
Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.
Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...
Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.
Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,
Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.
Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.
O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber...
Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı
Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz
Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.
Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye
Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara...
Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.
Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş
Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara
Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış
Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık.
Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye
birazdan okyanuslara varacağız
Serçe sevgisine uymuş ve
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa
Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları
Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi
Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene
Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş........
Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...
alıntı
Kırlangıç ve Serçe Hangisi sizsiniz!!!!!!!
Göçmen Kuş yada Serçe Kuş olmak sizin tercihinize ve karakterinize kalmış....
Ya Göçmen kuş olursunuz bir kırlangıç gibi mutlaka karşılığını alırsınız acı ama mutlu
Ya bir serçe olursunuz ve karşılığını mutlaka iyi olarak alırsınız....
Kırlangıç yani göçmen kuş bir nefi anlık duygularda olabilir....
Ama serçe anlık duygular olmayacak kadar özeldir....
Herkes bir kırlangıç olabilir ya bir serçe olabilirmisiniz...
Kalbinizi bu kadar güçsüz bırakabilirmisiniz...
Gelene bazen acıda olsa razı olabilirmisiniz sevgi yolunda...
Olamazsanız eğer dar zamanlarda sevgiyi yaşarsınız
Yaşarsınız sadece yaşadığınızı sanırsınız...
Sevgi bir hikaye olur size....
Sevgisiz bir insanla bir ömür geçirirsiniz...
Yaşadığınız hiç bir şey özel olmaz
İlişkiniz sevgisiz yaşanır
Bununda adına monotonluk dersiniz....
Sonraları bir yanlış yaparsınız ve bu yanlışı düzeltmek için bir yanlış daha yaparsınız..
Doğru sevgidedir...sevgiyi bilmeyen er kişi doğru karar veremez....
Yaşanan bütün yanlışlardan sonra bir serçe ararsınız..size sevgiyi öğretmesi ve sevgiyi yaşatması için
Ama siz kırlangıç değilmisiniz...serçenin değerini bilebilirmisiniz....
Asla sadece anlık duyguları serçede yaşamak istersiniz...
Serçe ise bir yerlerde kaybolur nerde kaybettiğinizi asla bilemezsiniz...
Yada serçeyi bir kafese hapsedersiniz yanınızdan hiç ayrılmaması için...
Ama serçe artık sevgisiz biri olmuştur...
Sadece özgürlüğü düşünür...
Oysa yanıbaşınızda değilmidir...serçe
İstedikleriniz o küçük serçeyi öyle bir hale getirir ki
Sevgiyi unutur...sadece özgürlüğü düşünür....
Kırlangıç evinizin bir köşesine ulaşamayacağınız bir yere yuva yapar
Serçe ise sadece gönlünüze......
Serçe Zor olandır...
Kırlangıç ise kolay olandın...
Kırlangıç hak etmediği için sevgi aradığında sadece pencerenin kenarında kışı yaşar.......
SEVGİ ve Saygılarımla
Uğur Meta
İşte size bir hikaye sevgiyi hikaye olarak görenlere
Ve sevgiden asla ümidini kesmeyenlerede bir umut yolunuzdan vazgeçmeyin.......
Ya Göçmen kuş olursunuz bir kırlangıç gibi mutlaka karşılığını alırsınız acı ama mutlu
Ya bir serçe olursunuz ve karşılığını mutlaka iyi olarak alırsınız....
Kırlangıç yani göçmen kuş bir nefi anlık duygularda olabilir....
Ama serçe anlık duygular olmayacak kadar özeldir....
Herkes bir kırlangıç olabilir ya bir serçe olabilirmisiniz...
Kalbinizi bu kadar güçsüz bırakabilirmisiniz...
Gelene bazen acıda olsa razı olabilirmisiniz sevgi yolunda...
Olamazsanız eğer dar zamanlarda sevgiyi yaşarsınız
Yaşarsınız sadece yaşadığınızı sanırsınız...
Sevgi bir hikaye olur size....
Sevgisiz bir insanla bir ömür geçirirsiniz...
Yaşadığınız hiç bir şey özel olmaz
İlişkiniz sevgisiz yaşanır
Bununda adına monotonluk dersiniz....
Sonraları bir yanlış yaparsınız ve bu yanlışı düzeltmek için bir yanlış daha yaparsınız..
Doğru sevgidedir...sevgiyi bilmeyen er kişi doğru karar veremez....
Yaşanan bütün yanlışlardan sonra bir serçe ararsınız..size sevgiyi öğretmesi ve sevgiyi yaşatması için
Ama siz kırlangıç değilmisiniz...serçenin değerini bilebilirmisiniz....
Asla sadece anlık duyguları serçede yaşamak istersiniz...
Serçe ise bir yerlerde kaybolur nerde kaybettiğinizi asla bilemezsiniz...
Yada serçeyi bir kafese hapsedersiniz yanınızdan hiç ayrılmaması için...
Ama serçe artık sevgisiz biri olmuştur...
Sadece özgürlüğü düşünür...
Oysa yanıbaşınızda değilmidir...serçe
İstedikleriniz o küçük serçeyi öyle bir hale getirir ki
Sevgiyi unutur...sadece özgürlüğü düşünür....
Kırlangıç evinizin bir köşesine ulaşamayacağınız bir yere yuva yapar
Serçe ise sadece gönlünüze......
Serçe Zor olandır...
Kırlangıç ise kolay olandın...
Kırlangıç hak etmediği için sevgi aradığında sadece pencerenin kenarında kışı yaşar.......
SEVGİ ve Saygılarımla
Uğur Meta
İşte size bir hikaye sevgiyi hikaye olarak görenlere
Ve sevgiden asla ümidini kesmeyenlerede bir umut yolunuzdan vazgeçmeyin.......
bir serçenin gözyaşları
Sensin
Ey yar !!!
Nasıl başlamalı söze , nasıl hitap etmeli ?
Dile lal dokundu dokunalı , kelimelerim daha mı sessiz, bağırsam sana olan haykırışlarımı duymaz mısın ?
Oysa çığlıklarım yankılanırken , çarpmaz mı kalbin bir kuş gibi ..
Duamsın sen ey bir gülüşüne yandığım..
Sana çıkıyor bildiğim tüm yollar
Karanlıklar içinde kaybetmişim ellerini, oysa ..
Sevmek ne kadar da zor imiş…
Takatim, dayanağım ,sabrımsın ey yar!
Susmak daha mı iyi,
Yüreğine gömmek çare mi ?
Geceleri hüzün yağıyor yürek ülkeme
Her şey sana dönük , her şey SEN
SEN her şeysin…
Her şey SENsin ..
Cansın SEN..
Candan ötesin SEN ..
Ey Yar !
Bana bir resim çiz
Beklemekten usanmayan
Ama unuttukların olsun içinde
Kanadımı kırdığın günden beri böyleyim işte ....Uçamıyorum kanat çırpınışlarım boşuna ..Kaç zaman geçti sensiz sayamadığım .. SeN yine duyma ey yar sana yazılan bu satırları İçimdeki çocuğun gözlerinin ıslaklığına ne zaman alışıcam..Küçük bir çocuğun duası gibi masumluğunu sundum sana aşkın..Kalbimi avuçlarının arasına bıraktım titreyen parmaklarımla usulca ...
Varsın eller gönül yarası kapanır sansın ...
Kabuğun altında sevgili sen kanayansın …
Kalemimi kıralı çok uzun zaman geçti , ama dayanamadım yine
Adının geçmediği cümleler anlamını yitirmesin diye ..
Sevdamızı yağmura yazdım ..Bir ''SERÇE'' üşürken gör beni
Küçük bir kuşun kalbi gibi duracakmışçasına atıyor kalbim şimdi ..
Dudaklarım kurumuş gül yaprakları gibi solgun ..
Biliyorum söylenen hiçbir şeyin anlamı yok artık
Benimse dilimde iki kelime
Seni Seviyorum...
Sessiz adımlarla yürüyorum kendi içime doğru ..
Yenik düştüm hayata ..Hayat : 1 Ben :0
Kaybettim ...
Ama kalbe söz geçmiyor ey Yar !
Bırak sözler dökülsün dudaklarımdan
Bırak eskisi gibi koşayım delicesine yağan yağmurun altında
Bırak yeniden gözlerimin içi gülsün
Bırakk !!
NE olurrr …
(alıntı)
Ey yar !!!
Nasıl başlamalı söze , nasıl hitap etmeli ?
Dile lal dokundu dokunalı , kelimelerim daha mı sessiz, bağırsam sana olan haykırışlarımı duymaz mısın ?
Oysa çığlıklarım yankılanırken , çarpmaz mı kalbin bir kuş gibi ..
Duamsın sen ey bir gülüşüne yandığım..
Sana çıkıyor bildiğim tüm yollar
Karanlıklar içinde kaybetmişim ellerini, oysa ..
Sevmek ne kadar da zor imiş…
Takatim, dayanağım ,sabrımsın ey yar!
Susmak daha mı iyi,
Yüreğine gömmek çare mi ?
Geceleri hüzün yağıyor yürek ülkeme
Her şey sana dönük , her şey SEN
SEN her şeysin…
Her şey SENsin ..
Cansın SEN..
Candan ötesin SEN ..
Ey Yar !
Bana bir resim çiz
Beklemekten usanmayan
Ama unuttukların olsun içinde
Kanadımı kırdığın günden beri böyleyim işte ....Uçamıyorum kanat çırpınışlarım boşuna ..Kaç zaman geçti sensiz sayamadığım .. SeN yine duyma ey yar sana yazılan bu satırları İçimdeki çocuğun gözlerinin ıslaklığına ne zaman alışıcam..Küçük bir çocuğun duası gibi masumluğunu sundum sana aşkın..Kalbimi avuçlarının arasına bıraktım titreyen parmaklarımla usulca ...
Varsın eller gönül yarası kapanır sansın ...
Kabuğun altında sevgili sen kanayansın …
Kalemimi kıralı çok uzun zaman geçti , ama dayanamadım yine
Adının geçmediği cümleler anlamını yitirmesin diye ..
Sevdamızı yağmura yazdım ..Bir ''SERÇE'' üşürken gör beni
Küçük bir kuşun kalbi gibi duracakmışçasına atıyor kalbim şimdi ..
Dudaklarım kurumuş gül yaprakları gibi solgun ..
Biliyorum söylenen hiçbir şeyin anlamı yok artık
Benimse dilimde iki kelime
Seni Seviyorum...
Sessiz adımlarla yürüyorum kendi içime doğru ..
Yenik düştüm hayata ..Hayat : 1 Ben :0
Kaybettim ...
Ama kalbe söz geçmiyor ey Yar !
Bırak sözler dökülsün dudaklarımdan
Bırak eskisi gibi koşayım delicesine yağan yağmurun altında
Bırak yeniden gözlerimin içi gülsün
Bırakk !!
NE olurrr …
(alıntı)
Bir Serçe Yanlızlığında
Küçük bir serçeyim Senin(C.C) ellerinde. Belki üşümüş, belki yorulmuş, belki susamış bir serçe. Ve Sana bir serçe yalnızlığında geldim. Minik ayaklarımda, toprağa düşmüş yağmur kokusu getirdim. Kanatlarımda, vurulmuşluğun acısında ağlarken geldim. Ağzımda yolların, yılların açlığı ile geldim. Aç, kanadı kırık bir yavru, sığınacak limanım sensin Ya Rabbi.
Küçük serçen avuçlarında bulur şifasını. Küçüğüm, yalnız ve sefilim. Alır mısın beni yanına. Ve okşar mısın küçük serçenin başını. Ayağım kırık, kanadım yaralı, ben ki yüreği karalı…
Ben, küçük serçen yani; bırakma beni avuçlarından. Düşersem, bir an bırakırsan, gittiğim, bittiğim tükendiğim andır. Sensizlik bana ziyandır. Avuçlarından düşmek hüsrandır. Ağlayan göze kandır.
Ben, küçük serçen yani; kanatlarıma dünya vurdu. Aldı ben savurdu. Ve sonra yüreğimi kavurdu. Susuz susuz susuz bir seçeyim şimdi. Susuzlukların vurgununda vurgun yemiş, belki özünden hançer yemiş. Ama hep senin avuçlarında dirilmiş.
Ben, küçük serçen yani; Kurumuş topraklardan geldim. Sana eğik bir baş ile geldim. Yarası derin kuytulardan geldim. Bakışları Sana kilitli geldim. Geldim işte yaram derin. Gönül bir seninle serin.
Ben, küçük serçen yani; Yağmurda kalmış, karda kalmış, boran vurmuş kül misali savurmuş. Tüyleri sanki bir bir yolunmuş. Yolundukça yüreğine korlar düşmüş. Üşümüş, belki çok üşümüş avuçlarının hayali ile düşlere düşmüş.
Ben, küçük serçen yani; Ben ki gecelerin kapı kapattığı yüzüm. Dışarılarda kalmış bir yaprağın sürgünüyüm. Ellerin ayazını el olanlardan gördüm. Dilin ayazını sesi çok çıkanda gördüm. Ama ben her şeyin en güzelini Senin(c.c) avuçlarında gördüm.
Ben, küçük serçen yani; Gözünde ki yaşı ile, yüreğinde ki yası ile, avuçlarında boyun büken hali ile. Yolların yorduğu , yılların vurduğuyum
alıntı-handar sır
Küçük serçen avuçlarında bulur şifasını. Küçüğüm, yalnız ve sefilim. Alır mısın beni yanına. Ve okşar mısın küçük serçenin başını. Ayağım kırık, kanadım yaralı, ben ki yüreği karalı…
Ben, küçük serçen yani; bırakma beni avuçlarından. Düşersem, bir an bırakırsan, gittiğim, bittiğim tükendiğim andır. Sensizlik bana ziyandır. Avuçlarından düşmek hüsrandır. Ağlayan göze kandır.
Ben, küçük serçen yani; kanatlarıma dünya vurdu. Aldı ben savurdu. Ve sonra yüreğimi kavurdu. Susuz susuz susuz bir seçeyim şimdi. Susuzlukların vurgununda vurgun yemiş, belki özünden hançer yemiş. Ama hep senin avuçlarında dirilmiş.
Ben, küçük serçen yani; Kurumuş topraklardan geldim. Sana eğik bir baş ile geldim. Yarası derin kuytulardan geldim. Bakışları Sana kilitli geldim. Geldim işte yaram derin. Gönül bir seninle serin.
Ben, küçük serçen yani; Yağmurda kalmış, karda kalmış, boran vurmuş kül misali savurmuş. Tüyleri sanki bir bir yolunmuş. Yolundukça yüreğine korlar düşmüş. Üşümüş, belki çok üşümüş avuçlarının hayali ile düşlere düşmüş.
Ben, küçük serçen yani; Ben ki gecelerin kapı kapattığı yüzüm. Dışarılarda kalmış bir yaprağın sürgünüyüm. Ellerin ayazını el olanlardan gördüm. Dilin ayazını sesi çok çıkanda gördüm. Ama ben her şeyin en güzelini Senin(c.c) avuçlarında gördüm.
Ben, küçük serçen yani; Gözünde ki yaşı ile, yüreğinde ki yası ile, avuçlarında boyun büken hali ile. Yolların yorduğu , yılların vurduğuyum
alıntı-handar sır
Bir Serçenin Gözyaşları
Bir Serçenin Gözyaşları
bir orman köyünde
kimsesiz ve yalnız bir adam yaşarmış
yaşadıkları dağlar kadar
yalnızlığı yaşadıkları kadarmış…
bir ev yapmış kendisine
ağaçlardan duvarları
çiçeklerden bahçesi olan şirin bir ev …
her sabah penceresini açtığında
penceresinin önüne küçük bir serçe konarmış …
serçe her sabah konar ve
evin içini seyredermiş …
bu garip ve yalnız adama içerler
onun için üzülür, kahredermiş
üzülürmüş üzülmesine ama
sebepsiz değilmiş elbet
serçe bu yalnız adamı çok sever
ama ona bunu söyleyemezmiş …
yine bir sabah minik serçe
uçup pencerenin önüne konduğunda
pencerenin açık olmadığını görünce
merak etmiş ve içeriye doğru bakmış
birde bakmış ki
yalnız adam yatağına uzanmış öylece yatıyormuş
belli ki çok hasta
belli ki bakacak kimsesi yokmuş
bu durum böyle haftalarca devam etmiş
serçe artık üzülmekten yorulmuş
ve gözyaşı dökmeye başlamış …
derken adam iyileşmiş ve
yine her sabah penceresini açmaya başlamış
ama bir şey dikkatini çekiyormuş
günlerdir penceresine konan serçeyi
artık hiç göremiyormuş …
yalnız adamı bir merak sarmış
acaba nereye kayboldu minik serçe?
her yere bakmış ama minik serçeye rastlayamamış…
bir gün penceresinin altındaki çiçekleri sularken
serçenin cansız bedenine rastlamış
serçe oracığa düşüp kalmış …
adam bu duruma çok üzülmüş
ve minik serçenin böyle anlamsız ölümüne
akıl-sır erdirememiş
derken yalnız adam bu minik serçeye
bir mezar hazırlamaya başlamış
tam o sırada yaşlı bir serçe konmuş yanı başına
ve üzülen adama teselli vermek istemiş
adam sormuş “tanır mıydın minik serçeyi” diye
yaşlı serçe “tanırdım” demiş …
“bana biraz ondan bahset” demiş adam
yaşlı serçe;
minik serçenin bu yalnız adama olan
sevgisini anlatmaya başlamış …
adam bu durumu fark edemediği için
çok üzülmüş …
yaşlı serçe tekrar başlamış anlatmaya
“senin hastalığına çok üzüldü,
günlerce pencerende ağladı” demiş
bunun üzerine
adamın üzüntüsü bir kat daha artmış …
yalnız adam tekrar sormuş
“peki neden ölmüş olabilir biliyor musun? ”
yaşlı serçe;
“sen bizler hakkındaki gerçeği
bilmez misin? ” demiş
“hayır” demiş yalnız adam “bilmiyorum”
“nedir peki? ”
“serçeler ağladıkları zaman ölürler! ...”
(alıntı)
Ahmet Rıza Korkut
bir orman köyünde
kimsesiz ve yalnız bir adam yaşarmış
yaşadıkları dağlar kadar
yalnızlığı yaşadıkları kadarmış…
bir ev yapmış kendisine
ağaçlardan duvarları
çiçeklerden bahçesi olan şirin bir ev …
her sabah penceresini açtığında
penceresinin önüne küçük bir serçe konarmış …
serçe her sabah konar ve
evin içini seyredermiş …
bu garip ve yalnız adama içerler
onun için üzülür, kahredermiş
üzülürmüş üzülmesine ama
sebepsiz değilmiş elbet
serçe bu yalnız adamı çok sever
ama ona bunu söyleyemezmiş …
yine bir sabah minik serçe
uçup pencerenin önüne konduğunda
pencerenin açık olmadığını görünce
merak etmiş ve içeriye doğru bakmış
birde bakmış ki
yalnız adam yatağına uzanmış öylece yatıyormuş
belli ki çok hasta
belli ki bakacak kimsesi yokmuş
bu durum böyle haftalarca devam etmiş
serçe artık üzülmekten yorulmuş
ve gözyaşı dökmeye başlamış …
derken adam iyileşmiş ve
yine her sabah penceresini açmaya başlamış
ama bir şey dikkatini çekiyormuş
günlerdir penceresine konan serçeyi
artık hiç göremiyormuş …
yalnız adamı bir merak sarmış
acaba nereye kayboldu minik serçe?
her yere bakmış ama minik serçeye rastlayamamış…
bir gün penceresinin altındaki çiçekleri sularken
serçenin cansız bedenine rastlamış
serçe oracığa düşüp kalmış …
adam bu duruma çok üzülmüş
ve minik serçenin böyle anlamsız ölümüne
akıl-sır erdirememiş
derken yalnız adam bu minik serçeye
bir mezar hazırlamaya başlamış
tam o sırada yaşlı bir serçe konmuş yanı başına
ve üzülen adama teselli vermek istemiş
adam sormuş “tanır mıydın minik serçeyi” diye
yaşlı serçe “tanırdım” demiş …
“bana biraz ondan bahset” demiş adam
yaşlı serçe;
minik serçenin bu yalnız adama olan
sevgisini anlatmaya başlamış …
adam bu durumu fark edemediği için
çok üzülmüş …
yaşlı serçe tekrar başlamış anlatmaya
“senin hastalığına çok üzüldü,
günlerce pencerende ağladı” demiş
bunun üzerine
adamın üzüntüsü bir kat daha artmış …
yalnız adam tekrar sormuş
“peki neden ölmüş olabilir biliyor musun? ”
yaşlı serçe;
“sen bizler hakkındaki gerçeği
bilmez misin? ” demiş
“hayır” demiş yalnız adam “bilmiyorum”
“nedir peki? ”
“serçeler ağladıkları zaman ölürler! ...”
(alıntı)
Ahmet Rıza Korkut
4 Haziran 2009 Perşembe
Büyümüş bir kız çocuğu
Büyümüş bir kız çocuğu
bir gün sen de anlayacaksın
kalabalıklardan kaçıp
dizlerini karnına kadar çekip ağlayacaksın
işteo an özleyeceksin
eski sevgilini değil
pili bitmiş oyuncak ayını.
yanından ayırmadığın, yatarken sarıldığın saflığını
tel sarar kızıma tel sarar diyen babana benzemeyecek her erkeğin gözleri.
o küçük kız çocuğu değilsin artık
ama birgün sen de ağlayacaksın!
kenarları dantelli elbisesiyle
saçlarıı ördüğün oyuncak bebeğini
nereye koyduğunu htırlaman gerektiğini anlayacaksın!
tel sarar kızıma tel sarar diyen babana benzemeyecek her erkeğin gözleri.
Ceyhun Yılmaz_
bir gün sen de anlayacaksın
kalabalıklardan kaçıp
dizlerini karnına kadar çekip ağlayacaksın
işteo an özleyeceksin
eski sevgilini değil
pili bitmiş oyuncak ayını.
yanından ayırmadığın, yatarken sarıldığın saflığını
tel sarar kızıma tel sarar diyen babana benzemeyecek her erkeğin gözleri.
o küçük kız çocuğu değilsin artık
ama birgün sen de ağlayacaksın!
kenarları dantelli elbisesiyle
saçlarıı ördüğün oyuncak bebeğini
nereye koyduğunu htırlaman gerektiğini anlayacaksın!
tel sarar kızıma tel sarar diyen babana benzemeyecek her erkeğin gözleri.
Ceyhun Yılmaz_
geldim
Oraya geldim -
oradan gittim:
Öylesine yakındık ki.
Dalından kopardığım yeşil elmanın
iki yarısı değil
hepsini yediğin kendisi gibi.
İçinden geçtiğimiz kokulu karanlığı
delip geçen parlak ışığım gibi.
Koyu yeşillikler içindeki evin
gözümüze çarpıveren
sarı sıcak penceresi gibi.
Ayaklarımızın altında kıpırdanan
serin denizin parıltıları gibi.
Öylesine yakınız ki
oraya geldim -
orada olacağım.
Yorgun musun?
Yattın mı?
Uyu -
düşünme beni..
oradan gittim:
Öylesine yakındık ki.
Dalından kopardığım yeşil elmanın
iki yarısı değil
hepsini yediğin kendisi gibi.
İçinden geçtiğimiz kokulu karanlığı
delip geçen parlak ışığım gibi.
Koyu yeşillikler içindeki evin
gözümüze çarpıveren
sarı sıcak penceresi gibi.
Ayaklarımızın altında kıpırdanan
serin denizin parıltıları gibi.
Öylesine yakınız ki
oraya geldim -
orada olacağım.
Yorgun musun?
Yattın mı?
Uyu -
düşünme beni..
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
yüreğimdeki zehirli çiçeği
usulca bıraktım dünyanın dışına...
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
son kez ayaklanır düşevlerimde bastırılmış yangınlarım
mahcup ve sinsi bir konuk gibi yaşlandığım düşevlerim...
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
cesedim sahile vurur
insanların kıskanarak topladığı cesedim...
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
kelimelerin hatırasını sokaklara fırlatırım..
yüreğimdeki zehirli çiçeği
usulca bıraktım dünyanın dışına...
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
son kez ayaklanır düşevlerimde bastırılmış yangınlarım
mahcup ve sinsi bir konuk gibi yaşlandığım düşevlerim...
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
cesedim sahile vurur
insanların kıskanarak topladığı cesedim...
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
kelimelerin hatırasını sokaklara fırlatırım..
3 Haziran 2009 Çarşamba
gel ey aşk !
Pervaneler kanat vursun gel ey aşk !
Devran dönsün, zaman dursun gel ey aşk !
Lal olmuş dilleri söyletir misin ?
Yalın ayak gezdirirsin cihanı,
Gönüllere koyup hüznü, hicranı..
Bir kuru kamışı inletir misin ?
Sevdiğinde fani olan o erler.
Bir bakışa canı kurban ederler.
Sır dolu sükutu dinletir misin ?
Sen gelince akıl olur esirin.
Ferhat´ın bahtına düşünce Şirin.
Dağların bağrını sızlatır mısın ?
Yarin eşiğinde bir ah çekende.
Sararıp solarmış gülde, dikende.
Şeyda bülbülleri ağlatır mısın ?
Esen rüzgarlarda dostun kokusu.
Bir ömür yollara vurdun Yunus´u.
´Gel gör beni´ diye çağlatır mısın ?
Bırakma gurbette bimecal beni.
Vuslat olsun, taştan taşa çal beni.
Gül açan yaramı dağlatır mısın ? ...
servet yüksel-gel ey aşk. kitabından
Devran dönsün, zaman dursun gel ey aşk !
Lal olmuş dilleri söyletir misin ?
Yalın ayak gezdirirsin cihanı,
Gönüllere koyup hüznü, hicranı..
Bir kuru kamışı inletir misin ?
Sevdiğinde fani olan o erler.
Bir bakışa canı kurban ederler.
Sır dolu sükutu dinletir misin ?
Sen gelince akıl olur esirin.
Ferhat´ın bahtına düşünce Şirin.
Dağların bağrını sızlatır mısın ?
Yarin eşiğinde bir ah çekende.
Sararıp solarmış gülde, dikende.
Şeyda bülbülleri ağlatır mısın ?
Esen rüzgarlarda dostun kokusu.
Bir ömür yollara vurdun Yunus´u.
´Gel gör beni´ diye çağlatır mısın ?
Bırakma gurbette bimecal beni.
Vuslat olsun, taştan taşa çal beni.
Gül açan yaramı dağlatır mısın ? ...
servet yüksel-gel ey aşk. kitabından
Kaydol:
Yorumlar (Atom)