“Ben bu hastaneden çıkınca yaşadıklarımı yazacağım” diyen lösemi hastasını kızının yapamadığını acılı anne Nurşen İnce yaptı.
Bundan 4 yıl önce lösemi hastası kızını kaybeden otuz yedi yaşındaki genç anne Nurşen İnce’nin Tuğçe’si için verdiği yaşam mücadelesi herkese ders olacak nitelikte.
Eşinden boşanan ve bundan kısa bir süre sonra on bir yaşındaki kızının hastalığı ile tanışan anne Perşembeli Nurşen İnce, “Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde acı gerçeği öğrendik. Ben hastalıkla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Bu zor dönemde dokuz ay birbirimize destek olduk.” diyor.
4 Aralık 2004’te kızını kaybeden ve ancak dört yıl sonra kızının hastalığını kitaplaştırabilen azimli anne Nurşen İnce’nin en büyük isteği, annelerin bu hastalık hakkında bilgi sahibi olmaları. Hastalığın ne zaman nerede yakalayacağının belli olmadığını dile getiren anne; “Çok cahildim. Bu hastalıkla ilgili biraz bilgim olsaydı kızıma hastalığı döneminde daha farklı yardımcı olacaktım. Benden sonraki anneler daha bilinçli olsunlar diye hastalıkla ilgili bütün bildiklerime kitabımda değindim.” dedi.
‘’ Ben De Turuncu Saçlı Kız Olacağım’’
Kızı Tuğçe ile hastanede Burçak Çerezcioğlu’nu anlatan ‘’Mavi Saçlı Kız’’ adlı kitabı okuduklarını ve Tuğçe’nin kendisine ‘ anne ben de bir gün buradan çıkacağım ve anılarımı anlatan bir kitap yazacağım. Adı da turunu saçlı kız olacak’ dediğini gözyaşlarını tutamayarak anlatan Nurşen İnce kitabı yazmam da bunun da büyük bir rolü var diye konuştu.
Kızını kaybettikten iki yıl sonra notlarını kâğıtlara yazmaya başlayan anne Nurşen İnce; ‘’ Ortaokulu dışarıdan bitirmiş biriyim. Bu nedenle yazım ile ilgili kaygılarım büyüktü. Fakat Tuğçemin bunu çok istediğini bildiğim için direndim ve ortaya ‘’Anne Saçlarım Nerede?’’ isimli kitap çıktı’’ ifadelerini kullandı.
Kitabı bir arkadaşı aracılığı ile bastırdığını dile getiren Nurşen İnce ‘’Orduluyum. Kitap ilk olarak 1000 adet basıldı. Gelirinin tamamen lösemili çocuklar için kullanılacağı bu kitabı öncelikle hemşerilerimin okumalarını ve lösemiyi bilmelerini istiyorum’’ diyor.
Edinim: sekerportakali@windowslive.com
Ordu Çağrı Kitapevi, Bilgi Kitapevi ile Perşembe Kültür Kitapevi
Aydan Baskı Evi / Nisan 2008 Ankara
Mehmet Kuvvet
ALINTI
31 Ağustos 2009 Pazartesi
Sevmek Dediğin
Sevmek Dediğin
Yaşamak dediğin nedir
Bir dertten, bir tasadan ibaret
Sevmek dediğin nedir
Bir gülmek, bir ağlamaktan ibaret
Sevmek de sevilmek de birdir
Bir gönüldeyse eğer
Bir sevda buldunsa uğruna ölmeğe değer
Dert de kalmaz tasa da
İşte o zaman bu dünya sevilmeye değer
Mutsuzluk, umutsuzluk, yıkılmak değil
Sebebin sevdadır, yıkılmak değil
Ağlatsa da bir zaman güldürecektir
Sakın unutma seven daima sevilecektir…
Nurten Nur Kakışım
Yaşamak dediğin nedir
Bir dertten, bir tasadan ibaret
Sevmek dediğin nedir
Bir gülmek, bir ağlamaktan ibaret
Sevmek de sevilmek de birdir
Bir gönüldeyse eğer
Bir sevda buldunsa uğruna ölmeğe değer
Dert de kalmaz tasa da
İşte o zaman bu dünya sevilmeye değer
Mutsuzluk, umutsuzluk, yıkılmak değil
Sebebin sevdadır, yıkılmak değil
Ağlatsa da bir zaman güldürecektir
Sakın unutma seven daima sevilecektir…
Nurten Nur Kakışım
Ortaya Karışık Yorgun Yıllar
bana adını sorsalardı
ta kendisi derdim yaşamın
ne yazık şifresi ellerinde kırıldı hayatımın
oysa dün akşamdı
çimler aşk kokuyordu sere serpe
kum döküyordu sancılı dalgalarla bu arada deniz
ve balıklar boş şişelerde boğuluyordu aşktan habersiz
sen;
hem burnumun dibi hem erişilmezim
hem hiçliğim hem her şeyim
hem çözülmez denklemim hem vazgeçilmezimdin
meğer ülkemin doğusu gibiymiş yüreğinin toprağı
bilemedim
bir nefes bir tek nefes almaktı niyetim
serin dallarına tutunarak
yara bere içinde kalıp savruldum bir anda
tepetakla yuvarlanarak
şimdi çiçeğe durmak varken taşlı tarlalarda
çiçeğe durup serpilmek varken hayatın ortasına
hayal de olsa başköşeye kurulup sofralarda
hep ilk mektup tadıyla saklı kalmak isterken damakta
bir son mektupla
dalı budaktan ayıran satırlar düştü avuçlarıma
kırıldı bade ezildi sevda dağıldı sofra
gül deminde değilim artık
bana yazılmamış bu sevda bilirim
düştü bir kere hırkası yüreğimin
artık çiçek de açmaz saçlarım bilirim
avuç avuç kar topluyor çünkü içim
artık ne güne kucak açar
ne çiçeğe durur toprak
kendine hiç acımadan
döker allı yeşilli yaprağını
yavaş yavaş kurur yaşamak
seçme şansım olsaydı eğer
seçerdim e- hiçbiri şıkkını elbette
ne bırakıp seni yaban ellere
göz yumardım başka diyarlarda yeşermene
ne de sessiz kalırdım hayatın can çekişmesine
sırf bu yüzden sevdiğim
sırf bu yüzden
süresiz nadasa bıraktım yüreğimi
bir`e yüz verecekken
ahh benim feri sönmüş yüreğim
sırmaları tel tel olmuş yüreğim;
senin neyine aynalara inanmak
o eskidendi sevdiğine tutmak
sana düşer mi sanıyordun
yeniden yeniden doğmak
gittin
buz kesti evin içi
üşümesin diye yüreğim
kanımda kış uykusuna yatırdım sevgilim seni
Ocak/2009 – ‘Yorgun Yıllar’ Armağanı
Nazlıhan HASKÖYLÜ
bana adını sorsalardı
ta kendisi derdim yaşamın
ne yazık şifresi ellerinde kırıldı hayatımın
oysa dün akşamdı
çimler aşk kokuyordu sere serpe
kum döküyordu sancılı dalgalarla bu arada deniz
ve balıklar boş şişelerde boğuluyordu aşktan habersiz
sen;
hem burnumun dibi hem erişilmezim
hem hiçliğim hem her şeyim
hem çözülmez denklemim hem vazgeçilmezimdin
meğer ülkemin doğusu gibiymiş yüreğinin toprağı
bilemedim
bir nefes bir tek nefes almaktı niyetim
serin dallarına tutunarak
yara bere içinde kalıp savruldum bir anda
tepetakla yuvarlanarak
şimdi çiçeğe durmak varken taşlı tarlalarda
çiçeğe durup serpilmek varken hayatın ortasına
hayal de olsa başköşeye kurulup sofralarda
hep ilk mektup tadıyla saklı kalmak isterken damakta
bir son mektupla
dalı budaktan ayıran satırlar düştü avuçlarıma
kırıldı bade ezildi sevda dağıldı sofra
gül deminde değilim artık
bana yazılmamış bu sevda bilirim
düştü bir kere hırkası yüreğimin
artık çiçek de açmaz saçlarım bilirim
avuç avuç kar topluyor çünkü içim
artık ne güne kucak açar
ne çiçeğe durur toprak
kendine hiç acımadan
döker allı yeşilli yaprağını
yavaş yavaş kurur yaşamak
seçme şansım olsaydı eğer
seçerdim e- hiçbiri şıkkını elbette
ne bırakıp seni yaban ellere
göz yumardım başka diyarlarda yeşermene
ne de sessiz kalırdım hayatın can çekişmesine
sırf bu yüzden sevdiğim
sırf bu yüzden
süresiz nadasa bıraktım yüreğimi
bir`e yüz verecekken
ahh benim feri sönmüş yüreğim
sırmaları tel tel olmuş yüreğim;
senin neyine aynalara inanmak
o eskidendi sevdiğine tutmak
sana düşer mi sanıyordun
yeniden yeniden doğmak
gittin
buz kesti evin içi
üşümesin diye yüreğim
kanımda kış uykusuna yatırdım sevgilim seni
Ocak/2009 – ‘Yorgun Yıllar’ Armağanı
Nazlıhan HASKÖYLÜ
Güneş Üşüyor
Güneş Üşüyor
yaşarken sensizliğin karanlığında
gözyaşım yağmur olup yere düşüyor
sen inanmasan bile gerçek budur bir tanem
sensizliğe akan gözyaşımla güneş üşüyor...
ardından boynu bükük bırakıp da giderken
görmedin halimi hiç, dünyam titriyor
volkanda lavlar gibi sıcaktır yaşım
yere düşen her damlacık ile güneş üşüyor...
sımsıcak bakışların bir mazi oldu
hatıranla beslenen bu can eriyor
mızrap gönül telime soğuk vursa da
hasretinin koyu sıcağında güneş üşüyor...
Metin Kaya İLHAN
yaşarken sensizliğin karanlığında
gözyaşım yağmur olup yere düşüyor
sen inanmasan bile gerçek budur bir tanem
sensizliğe akan gözyaşımla güneş üşüyor...
ardından boynu bükük bırakıp da giderken
görmedin halimi hiç, dünyam titriyor
volkanda lavlar gibi sıcaktır yaşım
yere düşen her damlacık ile güneş üşüyor...
sımsıcak bakışların bir mazi oldu
hatıranla beslenen bu can eriyor
mızrap gönül telime soğuk vursa da
hasretinin koyu sıcağında güneş üşüyor...
Metin Kaya İLHAN
Dürüstlük Bir Erdem`dir Bilene
Dürüstlük Bir Erdem`dir Bilene
Dürüstlük erdemdir bilene
Söz söylenmez bundan sonra
Dostluğunu bir kalemde silene
Dostluk kisvesinde gizlenip
Arkadan vurup yüze gülene
Ne demeli bilmem ki
Sahte kokan sözlere
İçi başka dışı başka
Sahip sahte özlere
Kendi gibi zannetmesin kimse
Herkes maske içinde
Dostlukları gerçek ise
İspat gerek bizlere
Yüreğinde mertlik varsa
Hodri meydan çık düze
Gerçek ise ispat eyle yüz yüze
Yokk! Bütün her şey yalan ise
Nedir bunca tantana
Yalan dolan dedikodu
Dolaşıyor meydanda
İçi dışı fitne fesat baksana
Gerçek dostluk bu değildir arkadaş
İnsan olan alet olmaz şeytana
Fiske kadar zarar gelse
Canı yanar üzülür
Dostlar için elbet canlar verilir
Dürüst olan bürünmez asla
Sözde dostluk postuna
Canı gibi aziz bilir
Bilir bilmez laf söylemez dostuna
Bütün bunlar insan olup anlayanlara
Anlamayan varsa toslasınlar duvara
Böyle kendini bilmezlerden
Bizleri Mevla’m kayıra
Halide Selcan Karagül
Dürüstlük erdemdir bilene
Söz söylenmez bundan sonra
Dostluğunu bir kalemde silene
Dostluk kisvesinde gizlenip
Arkadan vurup yüze gülene
Ne demeli bilmem ki
Sahte kokan sözlere
İçi başka dışı başka
Sahip sahte özlere
Kendi gibi zannetmesin kimse
Herkes maske içinde
Dostlukları gerçek ise
İspat gerek bizlere
Yüreğinde mertlik varsa
Hodri meydan çık düze
Gerçek ise ispat eyle yüz yüze
Yokk! Bütün her şey yalan ise
Nedir bunca tantana
Yalan dolan dedikodu
Dolaşıyor meydanda
İçi dışı fitne fesat baksana
Gerçek dostluk bu değildir arkadaş
İnsan olan alet olmaz şeytana
Fiske kadar zarar gelse
Canı yanar üzülür
Dostlar için elbet canlar verilir
Dürüst olan bürünmez asla
Sözde dostluk postuna
Canı gibi aziz bilir
Bilir bilmez laf söylemez dostuna
Bütün bunlar insan olup anlayanlara
Anlamayan varsa toslasınlar duvara
Böyle kendini bilmezlerden
Bizleri Mevla’m kayıra
Halide Selcan Karagül
AB-I NİSAN
AB -I NİSAN
gözyaşıyla yoğrulmuş
bizim mayamız
ağlamadık günü
biz yaşadık saymayız
olamadık gamsız
bunu eksiklik biliriz
ıslak gözlerimizi
hem siler hem güleriz
ab- ı nisan
mayıs çiçekleri getirirmiş
avurtlarımız da
mor menekşeler açar
yağmur damlalarında
gizlenir yalnızlıklarımız
ağladıkça gözlerimiz
yağdıkça gönlümüz ıslanır
İlhan Sağlam
gözyaşıyla yoğrulmuş
bizim mayamız
ağlamadık günü
biz yaşadık saymayız
olamadık gamsız
bunu eksiklik biliriz
ıslak gözlerimizi
hem siler hem güleriz
ab- ı nisan
mayıs çiçekleri getirirmiş
avurtlarımız da
mor menekşeler açar
yağmur damlalarında
gizlenir yalnızlıklarımız
ağladıkça gözlerimiz
yağdıkça gönlümüz ıslanır
İlhan Sağlam
ABBAS ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ
Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her yedek subaya emir eri verilmektedir.
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker.Abbas oğlu Abbas..Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas..Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp:
Abbas oğlu Abbas Emret Komutan! der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
Nerelisin?
Memleket Mardin, kaza Midyat Komutan
Sen benim emir erim olur musun?
Sen bilir Komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı ` ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar. Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı`nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.
Akşamları olunca Cahit Sıtkı`nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı. Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif geçesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar:
Sen İstanbul ` u bilir misin Abbas?
Bilir Komutanım.
Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
Bilir Komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
Orada benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
Elbet Komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
Ben İstanbul’a gidecek Komutan!
Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır. Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme döker!
Haydi, Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş ` tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı Tarancı
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker.Abbas oğlu Abbas..Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas..Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp:
Abbas oğlu Abbas Emret Komutan! der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
Nerelisin?
Memleket Mardin, kaza Midyat Komutan
Sen benim emir erim olur musun?
Sen bilir Komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı ` ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar. Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı`nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.
Akşamları olunca Cahit Sıtkı`nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı. Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif geçesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar:
Sen İstanbul ` u bilir misin Abbas?
Bilir Komutanım.
Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
Bilir Komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
Orada benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
Elbet Komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
Ben İstanbul’a gidecek Komutan!
Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır. Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme döker!
Haydi, Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş ` tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı Tarancı
renksiz hayaller
Rüyalar görürdüm ben, gökkuşağı gibi renkli ve kedersiz; ama artık rüyalarım renksiz.yaşattıkların kadar siyah, gözlerim kadar fersiz...
artık sabahları tebessümle açmıyorum gözlerimi.aynaya bakmadan da hissedebiliyorum ıslak kirpiklerimi.yorganlara sarılmak geçirmiyor sensizliğin doğurduğu üşüme hissini.sensiz çok mutsuz geçiriyorum her saniyeyi.aslında senleyken de bir şey fark etmiyordu ki...gene aynı mutsuzluk, gene aynı yalnızlık ve gene aynı üşüme hissi...
artık hiç uyumak istemiyorum...belki rüyamda seni görürüm diyerek neşeyle yattığım yataktan,şimdi kaçıyorum; çünkü rüyamda seni değil yaptıklarını ve ağlayan aşkımı görüyorum.yemyeşil yerlerin yerinde simsiyah çöller buluyorum.gülen bir surat yok artık ağlayan gözler var... o ağlayan gözlere sahip o mutsuz kız da hep ben oluyorum...sonunda bu renksiz rüyadan yine ağlayarak uyanıyorum...
ben uyumaktan korkuyorum...ben renksiz rüyalar görmek istemiyorum..ağlayarak uyanmaktan yoruldum...mutlu olmak nasıl bir histi unuttum.kaçıp kurtulmak istediğim her şey peşimde sanki...sen peşimden getiriyorsun korkup kaçtığım her şeyi... ben en başta senden kaçıyorum...sana ait olan her şeyden...
önce kalbimi aldın benden...sonra ruhumu, benliğimi...yavaş yavaş gücümü, mutluluğumu emdin.sonra umutlarıma geldi sıra ve ardından hayaller,renkler....rüyalarımı renksiz bıraktın en sonunda.siyah beyaz filme döndü her şey, tek bir farklı noktayla...bizim filmimiz de bitiyor ama kötü sonla...
al bütün renkler senin olsun.sen de kalsın hepsi istemiyorum.hatta rüyalarımın kendisini de al umursamıyorum...
ben sadece gözlerimi huzurla kapatabilmek istiyorum...ben sadece sensizliği istiyorum...
alıntı
artık sabahları tebessümle açmıyorum gözlerimi.aynaya bakmadan da hissedebiliyorum ıslak kirpiklerimi.yorganlara sarılmak geçirmiyor sensizliğin doğurduğu üşüme hissini.sensiz çok mutsuz geçiriyorum her saniyeyi.aslında senleyken de bir şey fark etmiyordu ki...gene aynı mutsuzluk, gene aynı yalnızlık ve gene aynı üşüme hissi...
artık hiç uyumak istemiyorum...belki rüyamda seni görürüm diyerek neşeyle yattığım yataktan,şimdi kaçıyorum; çünkü rüyamda seni değil yaptıklarını ve ağlayan aşkımı görüyorum.yemyeşil yerlerin yerinde simsiyah çöller buluyorum.gülen bir surat yok artık ağlayan gözler var... o ağlayan gözlere sahip o mutsuz kız da hep ben oluyorum...sonunda bu renksiz rüyadan yine ağlayarak uyanıyorum...
ben uyumaktan korkuyorum...ben renksiz rüyalar görmek istemiyorum..ağlayarak uyanmaktan yoruldum...mutlu olmak nasıl bir histi unuttum.kaçıp kurtulmak istediğim her şey peşimde sanki...sen peşimden getiriyorsun korkup kaçtığım her şeyi... ben en başta senden kaçıyorum...sana ait olan her şeyden...
önce kalbimi aldın benden...sonra ruhumu, benliğimi...yavaş yavaş gücümü, mutluluğumu emdin.sonra umutlarıma geldi sıra ve ardından hayaller,renkler....rüyalarımı renksiz bıraktın en sonunda.siyah beyaz filme döndü her şey, tek bir farklı noktayla...bizim filmimiz de bitiyor ama kötü sonla...
al bütün renkler senin olsun.sen de kalsın hepsi istemiyorum.hatta rüyalarımın kendisini de al umursamıyorum...
ben sadece gözlerimi huzurla kapatabilmek istiyorum...ben sadece sensizliği istiyorum...
alıntı
Evde yalnız Kalmanın Yalın Kuruluğu
Evde yalnız Kalmanın Yalın Kuruluğu
Bakın gözlerim kocaman. Dalında kurumuş kalmış, muzdarip iki böğürtlen misali şimdi gözlerim: renksiz, zavallı. Guatrım yüzünden pörtlediler, yuvalarından fırlayıverdiler, utanmaz adiler. Saçlarımsa nefes alamayacak kadar kısa, hem uğraşacak zamanım ve hevesim de yok ki... Boyatmadım bir telini dahi. Kendi rengidir koyu kahverengi, yani en sık rastlanan saç rengi yapmam. İncecik dudaklarımın neresine süreyim? Düğün-dernek olduğunda sürerim, o da usulden. Aynaya bir tek sabahları, işe gitmeden evvel bakarım. Hafif ıslatıp, zaten düz olan saçlarımı, dişleri dökülmüş yaşlı tarağımla tararım. Tarağın bıkkınlığı saçlarıma yerleşir, gün boyu bozulmadan, kafama tünemişçesine durur saçlarım. Kulaklarımı küçükken annem deldirmiş kız olduğum anlaşılsın diye. Erkek çocukları gibi traşlı kafamın uzantısı o miniminnacık bedenimle, fırlamanın tekiymişim. Şimdi ise o fırlamalığımdan zerre kalmamış. Annem beni komşulara anlatırken, Beni eritti peşinden koştururken, bütün enerjisini de o zaman harcamış herhal. Şimdi de kaldır kaldırabilirsen yerinden... Hep bıkkın, hep yorgun. Miskin ayol bu! İçi geçmiş, içi... Nazar değdi dedik, kurşun döktürüp okuttuk, bana mısın demedi. Kurşun döktürüyoruz bir heyecanla, belki üstünden ağırlık kalkar, ferahlar da kendine gelir diye. Anacım bir de baktık, kurşunu dökerken uyuyakalmış. Yapmadığımız şey kalmadı, ben de böyle kabullendim artık. Bu çocuğun karakteri böyle, n`apalım böyle yazılmış.
O kadar zor ki, inanmadığın yollarda yürümek... O kadar zor ki, topallayarak da olsa koşmak zorunda kalmak... Kaçmak da, teslim olmak da o kadar zor ki! Ben mi? Ben önce kaçtım toplumun isteklerinden, saklandım. Sonra... Sonra yakalamalarına gerek kalmadı, çünkü ben teslim oldum: dedikodulara, iftiralara, kara kuru arkamdan yapılan fısıltılara...
Evlenmek de neymiş dedim hep. Evlenmek bana göre değildi. Annemin dediği gibi işte: ben miskindim. Bırak bir çocuk sahibi olmayı; elin adamına yemek de yapamazdım, dişi kuşlar gibi mutlu mutlu ötüp yuvamı da kuramazdım. Ben yalnızlığın ince-keskin ucunu seçmiştim, tabi bana ayrılan kısmında... Ya da benim kendime ayırdığım kısımda desek daha doğru olur. Önceleri işten erkek arkadaşlarım vardı yanımda. Yemeğe çıkardık öğle aralarında, bir iki iltifat ederlerdi, böylelikle kendime seçtiğim yalnızlıkta süzülen hoş kokulara dönüşürdü iltifatlar. Hayran bakışlarından tatmin olurdum, e tabi bu da bana yeterdi. Ancak zamanla, hepsi eşlerini bulup, matrak konuşmalarını yaptılar. Benimle evlenir misin?
Yalnızdım. Bu, tek kelimeden ibaret olup, hayatımı kaplayan koca bir cümle... İstenilen hayat yaşanmıyor herzaman. Kabul ediyorum, ben tembelim. Kanım bile yavaş akıyor, bunu hissedebiliyorum. Ancak diğer insanlardan tek farkım, bir iş yapıyormuş gibi gözükmüyor olmam. Yani bir anlamda, dürüstüm. Olduğum gibiyim işte. Açık, tiril tiril, yalınkat... Göründüğüm gibiyim.
Yaş 35... Kız kurusu adaylığını aşıp, asil kuru mertebesine yükseldiğimde, dedikodular tavan yapmıştı artık. Asılsız dedikoduları geçtim, mahalledeki komşularımızın engin hayal gücünü keşfettim. Yok efendim bakire olmadığım için evlenemiyormuşum da, kısır olduğum için beni istemiyorlarmış da... Bir ara kafamda bit olduğunu bile duydum başka başka ağızlardan. Ne hikmetse o ara kafam çok kaşındı.
Annemle kalıyordum. Bir çocuğun ruhu, okşayışın şekillendirdiği ıslak kil parçası gibi... Yaşlı anneciğimin ruhuysa; teni kadar çatlak patlak, kupkuru bir ağaç gövdesinden ibaret. Ağzından dökülen sözler, kaşları gibi çatık. Memnuniyetsiz, halsiz, renksiz... Bazen bir çocuğa bakmak daha kolay olurdu diye düşünüyorum. En korkuncu da bunları düşünürken duyduğum pişmanlığın yüreğimde yarattığı ağrı...
Aşk... Aşk mı? Çok aşk romanı okudum. Galiba aşkı ordaki gibi aradım hep. Ne kadar da efsunluydu anlatılanlar... Böyle bir aşk yaşayacağımın hayalini kurup, sevinçten ağlardım. O düşlerin huzuru, ibadetle eş değerdi diyebilirim. Okulda bulamadım. Lisede bütün erkekler, sivilceli horoza dönüştüler. Üniversiteyi kazanamayınca da işe girdim. Ekmek, ele kendiliğinden gelip yerleşmiyor. İş arkadaşlarım arasında aradığımı bulamadım. Tembelliğim, yüreğime pes ettirdi. Vazgeçtim aramaktan. Bir an bile aşksız evlilik düşünmedim. Sonradan tanıdığın bir adamla evlenmek, gerdeğe girmek... Ay ne ayıp şu düşündüklerim şimdi! Ama haksız mıyım? Bir adam gecenin bilinmez karanlığında gelip yanına yatıyor. Ağır kokan soluğuyla yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldayacak belki. Tam saçına elini atıyor, saçtan çok kıl parmaklarında. Gecenin o bilinmez karanlığında, bilinmese ne olacak artık sen biliyorsun ya o kıvırcık kıvırcık usulca yanaşıveren göğüs kıllarını, dudağını sertçe kavrayan bıyıklı, fırça dudağını, koltukaltının burundelen, sivri kokusunu... Bunlar yeterli.
Aşık olmak demek, bunları görememek demek; oysa sevmek demek, bunları görmemezlikten gelmek demek... Ben o kadar fedakarlık için çok tembelim. Biliyorum, tüm bunları yaşamaktan korkuyorum. Tüm şu anlatılanlar teferruat. Ama ben hayatımda yalın, yalnız, yalnızca ama yalnızca yalnızlığın kokusuna razıyım.
alıntı
Bakın gözlerim kocaman. Dalında kurumuş kalmış, muzdarip iki böğürtlen misali şimdi gözlerim: renksiz, zavallı. Guatrım yüzünden pörtlediler, yuvalarından fırlayıverdiler, utanmaz adiler. Saçlarımsa nefes alamayacak kadar kısa, hem uğraşacak zamanım ve hevesim de yok ki... Boyatmadım bir telini dahi. Kendi rengidir koyu kahverengi, yani en sık rastlanan saç rengi yapmam. İncecik dudaklarımın neresine süreyim? Düğün-dernek olduğunda sürerim, o da usulden. Aynaya bir tek sabahları, işe gitmeden evvel bakarım. Hafif ıslatıp, zaten düz olan saçlarımı, dişleri dökülmüş yaşlı tarağımla tararım. Tarağın bıkkınlığı saçlarıma yerleşir, gün boyu bozulmadan, kafama tünemişçesine durur saçlarım. Kulaklarımı küçükken annem deldirmiş kız olduğum anlaşılsın diye. Erkek çocukları gibi traşlı kafamın uzantısı o miniminnacık bedenimle, fırlamanın tekiymişim. Şimdi ise o fırlamalığımdan zerre kalmamış. Annem beni komşulara anlatırken, Beni eritti peşinden koştururken, bütün enerjisini de o zaman harcamış herhal. Şimdi de kaldır kaldırabilirsen yerinden... Hep bıkkın, hep yorgun. Miskin ayol bu! İçi geçmiş, içi... Nazar değdi dedik, kurşun döktürüp okuttuk, bana mısın demedi. Kurşun döktürüyoruz bir heyecanla, belki üstünden ağırlık kalkar, ferahlar da kendine gelir diye. Anacım bir de baktık, kurşunu dökerken uyuyakalmış. Yapmadığımız şey kalmadı, ben de böyle kabullendim artık. Bu çocuğun karakteri böyle, n`apalım böyle yazılmış.
O kadar zor ki, inanmadığın yollarda yürümek... O kadar zor ki, topallayarak da olsa koşmak zorunda kalmak... Kaçmak da, teslim olmak da o kadar zor ki! Ben mi? Ben önce kaçtım toplumun isteklerinden, saklandım. Sonra... Sonra yakalamalarına gerek kalmadı, çünkü ben teslim oldum: dedikodulara, iftiralara, kara kuru arkamdan yapılan fısıltılara...
Evlenmek de neymiş dedim hep. Evlenmek bana göre değildi. Annemin dediği gibi işte: ben miskindim. Bırak bir çocuk sahibi olmayı; elin adamına yemek de yapamazdım, dişi kuşlar gibi mutlu mutlu ötüp yuvamı da kuramazdım. Ben yalnızlığın ince-keskin ucunu seçmiştim, tabi bana ayrılan kısmında... Ya da benim kendime ayırdığım kısımda desek daha doğru olur. Önceleri işten erkek arkadaşlarım vardı yanımda. Yemeğe çıkardık öğle aralarında, bir iki iltifat ederlerdi, böylelikle kendime seçtiğim yalnızlıkta süzülen hoş kokulara dönüşürdü iltifatlar. Hayran bakışlarından tatmin olurdum, e tabi bu da bana yeterdi. Ancak zamanla, hepsi eşlerini bulup, matrak konuşmalarını yaptılar. Benimle evlenir misin?
Yalnızdım. Bu, tek kelimeden ibaret olup, hayatımı kaplayan koca bir cümle... İstenilen hayat yaşanmıyor herzaman. Kabul ediyorum, ben tembelim. Kanım bile yavaş akıyor, bunu hissedebiliyorum. Ancak diğer insanlardan tek farkım, bir iş yapıyormuş gibi gözükmüyor olmam. Yani bir anlamda, dürüstüm. Olduğum gibiyim işte. Açık, tiril tiril, yalınkat... Göründüğüm gibiyim.
Yaş 35... Kız kurusu adaylığını aşıp, asil kuru mertebesine yükseldiğimde, dedikodular tavan yapmıştı artık. Asılsız dedikoduları geçtim, mahalledeki komşularımızın engin hayal gücünü keşfettim. Yok efendim bakire olmadığım için evlenemiyormuşum da, kısır olduğum için beni istemiyorlarmış da... Bir ara kafamda bit olduğunu bile duydum başka başka ağızlardan. Ne hikmetse o ara kafam çok kaşındı.
Annemle kalıyordum. Bir çocuğun ruhu, okşayışın şekillendirdiği ıslak kil parçası gibi... Yaşlı anneciğimin ruhuysa; teni kadar çatlak patlak, kupkuru bir ağaç gövdesinden ibaret. Ağzından dökülen sözler, kaşları gibi çatık. Memnuniyetsiz, halsiz, renksiz... Bazen bir çocuğa bakmak daha kolay olurdu diye düşünüyorum. En korkuncu da bunları düşünürken duyduğum pişmanlığın yüreğimde yarattığı ağrı...
Aşk... Aşk mı? Çok aşk romanı okudum. Galiba aşkı ordaki gibi aradım hep. Ne kadar da efsunluydu anlatılanlar... Böyle bir aşk yaşayacağımın hayalini kurup, sevinçten ağlardım. O düşlerin huzuru, ibadetle eş değerdi diyebilirim. Okulda bulamadım. Lisede bütün erkekler, sivilceli horoza dönüştüler. Üniversiteyi kazanamayınca da işe girdim. Ekmek, ele kendiliğinden gelip yerleşmiyor. İş arkadaşlarım arasında aradığımı bulamadım. Tembelliğim, yüreğime pes ettirdi. Vazgeçtim aramaktan. Bir an bile aşksız evlilik düşünmedim. Sonradan tanıdığın bir adamla evlenmek, gerdeğe girmek... Ay ne ayıp şu düşündüklerim şimdi! Ama haksız mıyım? Bir adam gecenin bilinmez karanlığında gelip yanına yatıyor. Ağır kokan soluğuyla yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldayacak belki. Tam saçına elini atıyor, saçtan çok kıl parmaklarında. Gecenin o bilinmez karanlığında, bilinmese ne olacak artık sen biliyorsun ya o kıvırcık kıvırcık usulca yanaşıveren göğüs kıllarını, dudağını sertçe kavrayan bıyıklı, fırça dudağını, koltukaltının burundelen, sivri kokusunu... Bunlar yeterli.
Aşık olmak demek, bunları görememek demek; oysa sevmek demek, bunları görmemezlikten gelmek demek... Ben o kadar fedakarlık için çok tembelim. Biliyorum, tüm bunları yaşamaktan korkuyorum. Tüm şu anlatılanlar teferruat. Ama ben hayatımda yalın, yalnız, yalnızca ama yalnızca yalnızlığın kokusuna razıyım.
alıntı
ordamısın
Orda Mısın?
Sihir mi yaptılar bize ne dersin?
Hani bizim güler yüzümüz, şefkatimiz, sevgimiz…
Arıyorum seni karanlık denizin dibinde.
Bulamıyorum seni orda mısın?
İnsanları birbirine yaklaştıran en güzel bağsın,
Her şeyi, herkesi birleştirip kaynaştıran bir yanardağsın
Arıyorum seni mavi gökyüzünde
Göremiyorum seni orda mısın?
Bütün kötülükler seninle eriyip kaybolup gider
İnanır mısın seni ne çok özlemişim ben.
Dinliyorum öten bülbüllerin sesini,
Duyamıyorum seni orda mısın?
Ben seni özlüyorum, yolunu gözlüyorum.
Hayallerimde artık görmek istemiyorum.
Bakıyorum kırdaki çiçeklere…
Koklamak istiyorum seni orda mısın?
Sen ata yadigârı en kutsal emanet,
Çık ortaya yeter artık! Hasretinle ölmeden.
Parlayan meşalemde sönmeyeceksin, elbet.
Nesilden nesillere olacaksın bir buket
Sen ey! Sevgi pınarım, huzur, sevinç, kaynağım.
Sevgim, saygım, hoşgörüm, adaletlim, sen misin?
A. Sait KAYAN
Sihir mi yaptılar bize ne dersin?
Hani bizim güler yüzümüz, şefkatimiz, sevgimiz…
Arıyorum seni karanlık denizin dibinde.
Bulamıyorum seni orda mısın?
İnsanları birbirine yaklaştıran en güzel bağsın,
Her şeyi, herkesi birleştirip kaynaştıran bir yanardağsın
Arıyorum seni mavi gökyüzünde
Göremiyorum seni orda mısın?
Bütün kötülükler seninle eriyip kaybolup gider
İnanır mısın seni ne çok özlemişim ben.
Dinliyorum öten bülbüllerin sesini,
Duyamıyorum seni orda mısın?
Ben seni özlüyorum, yolunu gözlüyorum.
Hayallerimde artık görmek istemiyorum.
Bakıyorum kırdaki çiçeklere…
Koklamak istiyorum seni orda mısın?
Sen ata yadigârı en kutsal emanet,
Çık ortaya yeter artık! Hasretinle ölmeden.
Parlayan meşalemde sönmeyeceksin, elbet.
Nesilden nesillere olacaksın bir buket
Sen ey! Sevgi pınarım, huzur, sevinç, kaynağım.
Sevgim, saygım, hoşgörüm, adaletlim, sen misin?
A. Sait KAYAN
gözlerimden yüzünü çıkar da al
öyle bir düğüm ki hiç çözülmüyor
gözyaşıyla bir kağıda yazılmıyor
öyle bir düşman ki hiç yenilmiyor
olmuyor kolsuz kanatsız uçulmuyor
gözlerimden yüzünü çıkar da al
aşk yalansa her mevsim sonbahar
yaşanacak daha bir ömür var
yıkılacak kalın bır duvar...
-alıntı-
gözyaşıyla bir kağıda yazılmıyor
öyle bir düşman ki hiç yenilmiyor
olmuyor kolsuz kanatsız uçulmuyor
gözlerimden yüzünü çıkar da al
aşk yalansa her mevsim sonbahar
yaşanacak daha bir ömür var
yıkılacak kalın bır duvar...
-alıntı-
17 Ağustos 2009 Pazartesi
oturup benimle ağlar mısın?
Işığını yitirmiş bir yıldız olsam
gökyüzünde beni arar mısın?
dizlerimin ütüne yığılıp kaldığımda
üzülür müsün?
gelip sarılır mısın boynuma?
alır mısın koynuna üşüdüğümde?
yaralarımı bağlar mısın?
oturup benimle ağlar mısın?
çocuğunu yitirmiş bir baba
bastırırken ellerini,
acıyan yüreğinin üstüne.
dizlerine vururken umarsız
yanar mı seninde yüreğin?
acımı anlatsam dinler misin?
oturup benimle inler misin?
bulutlandığında gözlerim
gözlerimi siler misin?
içimde kanlı cam kırıklarıyla
titrerken gece kirpik uclarımda
hüzün koktuğunda pencereme vuran yağmur
seslensem sesimi duyar mısın?
alır mısın beni bu kıyıdan?
merhem olur musun yaralarıma
acılarımı sarar mısın?
alevimde yanar mısın?
bulutlandığında gözlerim
oturup benimle ağlar mısın?
yanar mı yüreğin seninde?
bir yetim ah! çektiğinde?
boyun büktüğünde kınalı bir çiçek
düşer misin canevime?
yanar mısın alevime?
üzülür müsün sende?
geceleri rüzgar inlediğinde!...
acılar kavururken yüreğimi
yüreğini yüreğime ekler misin?
titrer misin üzerime?
hastalandığımda yataklarda
başucumda bekler misin?
dinler misin acılarımı anlatsam?
ağlayıp benimle inler misin?
vakit gece olunca, gözlerim tavanda
çaresiz, hasta düşünce sıkıntılar içinde
bir yudum suya muhtac inleyince yatakta
arasam, sana ihtiyacım var desem kızar mısın?
gel bana son bir şiir yaz desem, yazar mısın?
öldüğümde ağlar mısın?
beni yüreğine saklar mısın?
ALINTI
gökyüzünde beni arar mısın?
dizlerimin ütüne yığılıp kaldığımda
üzülür müsün?
gelip sarılır mısın boynuma?
alır mısın koynuna üşüdüğümde?
yaralarımı bağlar mısın?
oturup benimle ağlar mısın?
çocuğunu yitirmiş bir baba
bastırırken ellerini,
acıyan yüreğinin üstüne.
dizlerine vururken umarsız
yanar mı seninde yüreğin?
acımı anlatsam dinler misin?
oturup benimle inler misin?
bulutlandığında gözlerim
gözlerimi siler misin?
içimde kanlı cam kırıklarıyla
titrerken gece kirpik uclarımda
hüzün koktuğunda pencereme vuran yağmur
seslensem sesimi duyar mısın?
alır mısın beni bu kıyıdan?
merhem olur musun yaralarıma
acılarımı sarar mısın?
alevimde yanar mısın?
bulutlandığında gözlerim
oturup benimle ağlar mısın?
yanar mı yüreğin seninde?
bir yetim ah! çektiğinde?
boyun büktüğünde kınalı bir çiçek
düşer misin canevime?
yanar mısın alevime?
üzülür müsün sende?
geceleri rüzgar inlediğinde!...
acılar kavururken yüreğimi
yüreğini yüreğime ekler misin?
titrer misin üzerime?
hastalandığımda yataklarda
başucumda bekler misin?
dinler misin acılarımı anlatsam?
ağlayıp benimle inler misin?
vakit gece olunca, gözlerim tavanda
çaresiz, hasta düşünce sıkıntılar içinde
bir yudum suya muhtac inleyince yatakta
arasam, sana ihtiyacım var desem kızar mısın?
gel bana son bir şiir yaz desem, yazar mısın?
öldüğümde ağlar mısın?
beni yüreğine saklar mısın?
ALINTI
7 Ağustos 2009 Cuma
ANNE KİMDİR / NEDİR?
--------------------------------------------------------------------------------
ANNE KİMDİR / NEDİR?
Bir erkek çocuğun kaleminden çıkmış ..
ANNE, dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır. Karşılıksız sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir! Ne kadar üzsen de 10 Dakika sonra seni affeden zarif bir memeli türüdür. yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan, kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır.meleğin süt verebilenidir.
Yarasın diye muhallebinin içine ciğer katarak çocuğuna yediren manyaklık derecesinde yaratıcıdır.Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir. kafayı çocuklarıyla bozmuş,göbek bağı kopsa da yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakar İnsan dişisidir. bulaşık, ütü, vb yaparken bile otomatik olarak çene çalan, kendi kendine konuşan, kadın dırdırı denen mereti erkeklere daha küçükten belletendir .
Yemek uzmanı, düzen insani, bilgili, kültürlü her şeyi bilen şahsiyettir. yavrularını yol tarafından değil, kaldırım tarafından yürütendir. Dizi dizi incidir lakin gerektiğinde laf sokma dalında da birincidir. sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde, 'amaaan ben sana daha güzelini bulurum' diyebilen komik bir karakterdir. 'Oğlum aradım yoktun. Bende mesaj atayım dedim sana. Gelince ara beni emi aslan evladım. Şapkasız çıkma o karda. Kara börülcem benim öptüm annen , şeklinde mesajlar atabilen, teknolojiyi ısrarla reddeden, kabullenemeyen, kafasına göre Yorumlayan bilişim düşmanıdır ..
*** AMA ... AMA dünyanın en güzel kucağına sahip, en güzel kokan, harikulade bir varlıktır . olmadık yerlerde iyi ki doğurmuşum Ulen seni!' diyen ve benim hatırıma benimle Freddy mercury dinleyen bir sabır ağacıdır. evlatlarını asla ayırmayan, aynı zamanda birbirinden koruyan güç abidesidir. evde bir yere uzandığınız an orada temizlik yapacağı tutan, temizlik konusunda kayışı kopardığından temizlikçi gelecek diye evi temizleyen balans ayarı kaçmış temizlik kaynağıdır.
Mutfakta yasayan, evde herkesi idare eden bir tür canlıdır. Sevginin güçlerini birleştirdiği sonsuz bakiredir !! oğlunun damat - kızının gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca,çocuğu gol atınca,çocuğu hasta olunca, çocuğu askere gidince, asmalı kabağı seyredince, Dolar yükselince velhasil buna benzer bir sürü şeye ağlayabilen, bu mesajı okurken duygulanıp - gözleri dolabilen,ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır. son kiiii üç dört; Uzakta dursa da yakın hissedilen, canı hep istenen, asla vazgeçilmeyen, dizinin dibinde olmak istenen, evlatların varlığını varlığına armağan edebileceği, *** ıslak - kuru AMA heeeep duygulu*** en önemlisi; kıçı başı oynamayan tek kadın modelidir...
ANNE SEVİLMEYE LAYIK TEK YARATIKTIR!...
ANNE KİMDİR / NEDİR?
Bir erkek çocuğun kaleminden çıkmış ..
ANNE, dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır. Karşılıksız sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir! Ne kadar üzsen de 10 Dakika sonra seni affeden zarif bir memeli türüdür. yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan, kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır.meleğin süt verebilenidir.
Yarasın diye muhallebinin içine ciğer katarak çocuğuna yediren manyaklık derecesinde yaratıcıdır.Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir. kafayı çocuklarıyla bozmuş,göbek bağı kopsa da yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakar İnsan dişisidir. bulaşık, ütü, vb yaparken bile otomatik olarak çene çalan, kendi kendine konuşan, kadın dırdırı denen mereti erkeklere daha küçükten belletendir .
Yemek uzmanı, düzen insani, bilgili, kültürlü her şeyi bilen şahsiyettir. yavrularını yol tarafından değil, kaldırım tarafından yürütendir. Dizi dizi incidir lakin gerektiğinde laf sokma dalında da birincidir. sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde, 'amaaan ben sana daha güzelini bulurum' diyebilen komik bir karakterdir. 'Oğlum aradım yoktun. Bende mesaj atayım dedim sana. Gelince ara beni emi aslan evladım. Şapkasız çıkma o karda. Kara börülcem benim öptüm annen , şeklinde mesajlar atabilen, teknolojiyi ısrarla reddeden, kabullenemeyen, kafasına göre Yorumlayan bilişim düşmanıdır ..
*** AMA ... AMA dünyanın en güzel kucağına sahip, en güzel kokan, harikulade bir varlıktır . olmadık yerlerde iyi ki doğurmuşum Ulen seni!' diyen ve benim hatırıma benimle Freddy mercury dinleyen bir sabır ağacıdır. evlatlarını asla ayırmayan, aynı zamanda birbirinden koruyan güç abidesidir. evde bir yere uzandığınız an orada temizlik yapacağı tutan, temizlik konusunda kayışı kopardığından temizlikçi gelecek diye evi temizleyen balans ayarı kaçmış temizlik kaynağıdır.
Mutfakta yasayan, evde herkesi idare eden bir tür canlıdır. Sevginin güçlerini birleştirdiği sonsuz bakiredir !! oğlunun damat - kızının gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca,çocuğu gol atınca,çocuğu hasta olunca, çocuğu askere gidince, asmalı kabağı seyredince, Dolar yükselince velhasil buna benzer bir sürü şeye ağlayabilen, bu mesajı okurken duygulanıp - gözleri dolabilen,ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır. son kiiii üç dört; Uzakta dursa da yakın hissedilen, canı hep istenen, asla vazgeçilmeyen, dizinin dibinde olmak istenen, evlatların varlığını varlığına armağan edebileceği, *** ıslak - kuru AMA heeeep duygulu*** en önemlisi; kıçı başı oynamayan tek kadın modelidir...
ANNE SEVİLMEYE LAYIK TEK YARATIKTIR!...
güzel dostlara dua
güzel dostlara dua
----------------------------
Gününü aydınlatacak ARZU
Arzularını güçlendirecek KUVVET
Kuvvetini yaratacak PARA
Parayı kazanacak FIRSAT
Fırsatları değerlendirecek AKIL
Aklı koruyacak SAĞLIK
Sağlığını sürdürecek MUTLULUK
Mutluluğu getirecek SEVGİ
versin.
Amiiiiinnnnn !!!
Haydi şimdi sen de bana ve en az bir kişiye daha dua et.
----------------------------
Gününü aydınlatacak ARZU
Arzularını güçlendirecek KUVVET
Kuvvetini yaratacak PARA
Parayı kazanacak FIRSAT
Fırsatları değerlendirecek AKIL
Aklı koruyacak SAĞLIK
Sağlığını sürdürecek MUTLULUK
Mutluluğu getirecek SEVGİ
versin.
Amiiiiinnnnn !!!
Haydi şimdi sen de bana ve en az bir kişiye daha dua et.
dinle
DİNLE
O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
Yolunda ölünecek dostlara...
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'', '' dostuma'', demiş. ''Bu bacaklarla zor'' demişler. Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş.. Yolunda ölünecek dostlara...
--------------------------------------------------------------------------------
Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru:
1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır.
2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur.
3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebi, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir.
4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile.
5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor.
6. Birisi için dünyalara bedelsin.
7. Çok özel ve teksin düşüncesinde ki arkadaşlarını unutma
8. Varlığını bile bilmediğin biri sen i seviyor.
9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar.
10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. SANMA Kİ DERT SADECE SENDE VAR..
11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut.
Eğer sevgi dolu bir arkadaşsan bunu herkese gönder, sana gönderen de dahil.
Eğer geri alırsan demek ki gerçekten seviliyorsun. .
Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.
'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.'
HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI VE GÖRMEK İSTEDİĞİM İNSANLARA..
sevgilerimle
--------------------------------------------------------------------------------
--------------------------------------------------------------------------------
Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru:
1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır.
2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur.
3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebi, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir.
4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile.
5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor.
6. Birisi için dünyalara bedelsin.
7. Çok özel ve teksin düşüncesinde ki arkadaşlarını unutma
8. Varlığını bile bilmediğin biri sen i seviyor.
9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar.
10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. SANMA Kİ DERT SADECE SENDE VAR..
11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut.
Eğer sevgi dolu bir arkadaşsan bunu herkese gönder, sana gönderen de dahil.
Eğer geri alırsan demek ki gerçekten seviliyorsun. .
Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.
'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.'
HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI VE GÖRMEK İSTEDİĞİM İNSANLARA..
sevgilerimle
--------------------------------------------------------------------------------
5 DERS
Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en
iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve
orada
çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
'Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?'
Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen
hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde
falan
olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız
bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun
test sonuclarına
dahil olup olmadığını sordu.
'Tabii, dahil' dedi, Hocamız...
'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden
farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden
insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'
Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...
Dorothy idi.
İkinci Ders :
Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran
bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen,
bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.
geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir
beyazın bir
zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden
değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım.
Ayrılırken
ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı.
Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi,
armağanda...
'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç
yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti.
Kendime güvenimi
yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan
kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra
son nefesini
verdi.
Üçüncü Ders :
Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk
pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
'Çikolatalı pasta kaç para ?'
'50 Cent.'
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
'Peki, Dondurma Ne Kadar ?'
'35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri
vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne
kadar vakit
geçirebilirdi ki...
Çocuk parasını bir daha saydı ve
'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya
koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson
kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı
sanki akan gözyaşları temizleyecekti.
Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu..
Dördüncü Ders :
Yolumuzdaki Engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya
koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye
gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray
görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle
eleştirdi.Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz
tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına
sıkına itmeye
başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına
çekti.Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski
yerinde bir
kesenin durduğunu gördü.
Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde...
'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral.Köylü,
bü gün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.'
Beşinci Ders :
Önemli Olan Vermektir..
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam
şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı
hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın
mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş
yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu.
Küçük çocuk bir an
duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'Eğer kurtulacaksa, veririm
kanımı' dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve
gülümsüyordu.Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama
küçük çocuğun yüzü de
giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu :
'Hemen mi öleceğim ?'
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı
verip, öleceğini düşünüyordu.
iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve
orada
çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
'Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?'
Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen
hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde
falan
olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız
bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun
test sonuclarına
dahil olup olmadığını sordu.
'Tabii, dahil' dedi, Hocamız...
'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden
farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden
insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'
Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...
Dorothy idi.
İkinci Ders :
Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran
bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen,
bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.
geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir
beyazın bir
zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden
değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım.
Ayrılırken
ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı.
Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi,
armağanda...
'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç
yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti.
Kendime güvenimi
yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan
kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra
son nefesini
verdi.
Üçüncü Ders :
Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk
pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
'Çikolatalı pasta kaç para ?'
'50 Cent.'
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
'Peki, Dondurma Ne Kadar ?'
'35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri
vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne
kadar vakit
geçirebilirdi ki...
Çocuk parasını bir daha saydı ve
'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya
koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson
kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı
sanki akan gözyaşları temizleyecekti.
Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu..
Dördüncü Ders :
Yolumuzdaki Engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya
koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye
gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray
görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle
eleştirdi.Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz
tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına
sıkına itmeye
başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına
çekti.Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski
yerinde bir
kesenin durduğunu gördü.
Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde...
'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral.Köylü,
bü gün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.'
Beşinci Ders :
Önemli Olan Vermektir..
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam
şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı
hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın
mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş
yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu.
Küçük çocuk bir an
duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'Eğer kurtulacaksa, veririm
kanımı' dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve
gülümsüyordu.Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama
küçük çocuğun yüzü de
giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu :
'Hemen mi öleceğim ?'
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı
verip, öleceğini düşünüyordu.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)