AnLayamiyorum
Dünyaya daLip Ahireti unutanlar
Gününü gün edip hayaLince yasayanLar
Yirmi dört saat yetmez mutLuLuktan tasarLar
Taki gercegi herseyi anLayana kadar
Sicak yuvaLarina sogukLuk koyanLar
Masum yavrularina acimadan bosanirLar
Ikiside baskasina kosarLar
Taki gercegi herseyi anLayana kadar
Severde seviLmez aciyLa yanarsin
KahroLup masum sevgiyi ararsin
Ben artik rastLamam sanarsin
Taki herseyi anLayana kadar
Bir birLerine ihanet ederLer
KaLLesce arkasindan vururLar
GücLügüm diye gururLanirLar
Taki gercegi herseyi anLayana kadar
Hani oLur ya söyLer diLin söyLemez
DizLerinin bagi cözüLür yürümez
Görür gözLerin görmez istir kuLagin duymaz
Taki gercegi herseyi anLayana kadar
Dokuna biLimisiniz duyguLarims hisLerinizLe?
AnLiyabiLmisiniz beni tüm benLiginizLe
GözyasLarimi buLabiLirmisiz misraLarimda?
AnLatamiyorum mu yoksa anLamiyorLarmi beni ?
Iste iste ben bunu anLamiyorum ve anLatamiyorum?
SeNGüL/meLike
alıntı
25 Kasım 2009 Çarşamba
Hayatımız Boyunca 10 Kova Gözyaşı Döküyoruz
Amerika'da yapılan araştırmada, bir insanın hayatı boyunca 100 litre gözyaşı döktüğü belirlenirken 'erkekler ağlamaz' tezinin de koca bir yalan olduğu saptandı.
Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Halil Aksu, yaptığı açıklamada, insanlığın varoluşundan ve insan oğlunun dünyaya 'merhaba' dediği andan itibaren hayatın bir parçası olan ve duyguların inişi çıkışıyla beslenen olmazsa olmaz olguların başında 'ağlamanın' geldiğini ifade etti.
Aksu, gözyaşının anatomi ve fizyolojini anlatmanın saatlere sığmayacağını ancak ağlama gözyaşları hakkında yapılan bilimsel araştırmalara göre bir insanın norman şartlarda 24 saatte 30 damla gözyaşı döktüğünü, bunan da yaşam boyu yaklaşık 100 litre yani 10 kovaya ulaştığını söyledi.
Minnesota Üniversitesi'nde yapılan araştırmada bir grup insana 'acıklı film' izlettirildiğini ve ağlama gözyaşlarının incelendiğini belirten Aksu, "Aynı gruba soğan kestirilmiş ve soğana bağlı gözyaşları toplanıp incelenmiş ve sonuçlar çok çarpıcı çıkmıştır.
Soğana bağlı gözyaşı su ve lipid ihtiva ederken, acıklı filme bağlı gözyaşlarında su ve lipid ilaveten analjezik ve vücut için toksin bir madde olan lösin ve enkafilin maddeleri de tespit edilmiştir" dedi.
Aksu aynı araştırmanın devamının Rusya'da ameliyat olan hastalar üzerinde yapıldığını ve çok çarpıcı sonuçlar alındığını vurgulayarak, "Araştırmada aynı anda ameliyat olan hastalar 3 gruba ayrıldı. 1. gruba hiç ağlama seansı uygulanmadı, 2. gruba soğan kestirerek ağlama seansı uygulandı, 3. gruba acıklı film izletilerek ağlama seansı uygulandı. Sonuç çok çarpıcı.
Hiç ağlamayan ya da soğanla ağlayanların yaraları normal süreçte iyileşirken, film izletilerek ağlama seansı uygulatılan grubun yaraları normal süreçten 12 gün önce iyileşti. Bu da gösteriyor ki, bedenimiz ve ruhumuzun temizlenmesinde gözyaşları da görevlendirilmiştir. Bu sonuçlara göre ayrıca erkekler ağlamaz tezi de rafa kaldırıldı" diye konuştu.
__________________
Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Halil Aksu, yaptığı açıklamada, insanlığın varoluşundan ve insan oğlunun dünyaya 'merhaba' dediği andan itibaren hayatın bir parçası olan ve duyguların inişi çıkışıyla beslenen olmazsa olmaz olguların başında 'ağlamanın' geldiğini ifade etti.
Aksu, gözyaşının anatomi ve fizyolojini anlatmanın saatlere sığmayacağını ancak ağlama gözyaşları hakkında yapılan bilimsel araştırmalara göre bir insanın norman şartlarda 24 saatte 30 damla gözyaşı döktüğünü, bunan da yaşam boyu yaklaşık 100 litre yani 10 kovaya ulaştığını söyledi.
Minnesota Üniversitesi'nde yapılan araştırmada bir grup insana 'acıklı film' izlettirildiğini ve ağlama gözyaşlarının incelendiğini belirten Aksu, "Aynı gruba soğan kestirilmiş ve soğana bağlı gözyaşları toplanıp incelenmiş ve sonuçlar çok çarpıcı çıkmıştır.
Soğana bağlı gözyaşı su ve lipid ihtiva ederken, acıklı filme bağlı gözyaşlarında su ve lipid ilaveten analjezik ve vücut için toksin bir madde olan lösin ve enkafilin maddeleri de tespit edilmiştir" dedi.
Aksu aynı araştırmanın devamının Rusya'da ameliyat olan hastalar üzerinde yapıldığını ve çok çarpıcı sonuçlar alındığını vurgulayarak, "Araştırmada aynı anda ameliyat olan hastalar 3 gruba ayrıldı. 1. gruba hiç ağlama seansı uygulanmadı, 2. gruba soğan kestirerek ağlama seansı uygulandı, 3. gruba acıklı film izletilerek ağlama seansı uygulandı. Sonuç çok çarpıcı.
Hiç ağlamayan ya da soğanla ağlayanların yaraları normal süreçte iyileşirken, film izletilerek ağlama seansı uygulatılan grubun yaraları normal süreçten 12 gün önce iyileşti. Bu da gösteriyor ki, bedenimiz ve ruhumuzun temizlenmesinde gözyaşları da görevlendirilmiştir. Bu sonuçlara göre ayrıca erkekler ağlamaz tezi de rafa kaldırıldı" diye konuştu.
__________________
Bir Damla Gözyaşı
Şimdi şu dakika ağlamalıyım
günlerdir tutsak ettiğim gözyaşlarım
gülümsemelerimin yolunu kesmeli…
nasıl dalgalara yenik düştüysem günün birinde
nasıl başımı eğip kendimi ezip geçtiysem
ve yüzlerce yalanı
bile bile
sindire sindire
senden alıp kendime söylediysem
ve kandıysam
bütün yalan kokan gerçeklere
işte şimdi ruhum suretini fırlatıyor
ve kabuk değiştiriyor yüreğim
sancılı zamanların küskün vakitlerinde….
ağlasam sanıyorum ki bütün bu kabus bitecek
kendimle hesaplaşmalarım beni azat edecek
bütün maskeler düşecek ve gözyaşı ekeceğim yüreğine
sebepsiz değil kızgınlıklarım
öfkem bir bavul dolusu kilit kapımda
ağlasam açılacak kilit
işte o zaman sen ektiklerini biçeceksin yolumda…
geç bile kalmışım
şimdi…. şu vakit ağlamalıyım!….
geç kalınmış bir gözyaşım var
kendimden alacaklıyım
değmezse eğer
düşmezse yanaklarıma
uykularım haram olur yarınlarıma….
Ağlama Kıyamam Gözyaşlarına
Gül ey kimselere benzemeyen yar
Ağlama/kıyamam gözyaşlarına
Akıtma elemlerini gönül teline
Topla saçlarına ay ışığını
Çöz içindeki kör düğümleri
Savrul pul pul dünyanın dört köşesine
Ağlama/kıyamam ben sana ey yar...
Ağlama kıskanmasın bulutlar seni
Savur rüzgarlarla kederlerini
Yükle bütün öfkeni yıldırımlara
Sökülsün yüreğinde biriken paslar
Savur eteklerini ılık rüzgara
Göster tüm dünyaya gülümsemeni
Ağlama/ kıyamam ben sana ey yar...
Utansın yağmurlar gözyaşlarından
Kırlangıçlar getirsin sevinçlerini
Götürsün bulutlar hüzünlerini
Şiirler yazılsın bir gülüşüne
Çık artık gizlendiğin siperlerinden
Dünya güzel görsün güzelliğinde
Ağlama/kıyamam ben sana ey yar...
Geri al iğdelerden güzel kokunu
Vursun ayışığı pencerelerine
Kırılsın paramparça tüm zincirlerin
Dinsin susuzluğun abı-ı hayat'ta
Bülbüller şakısın gönül bahçende
Alem kadın görsün bir bakışında
Ağlama/kıyamam ben sana ey yar...
alıntı
günlerdir tutsak ettiğim gözyaşlarım
gülümsemelerimin yolunu kesmeli…
nasıl dalgalara yenik düştüysem günün birinde
nasıl başımı eğip kendimi ezip geçtiysem
ve yüzlerce yalanı
bile bile
sindire sindire
senden alıp kendime söylediysem
ve kandıysam
bütün yalan kokan gerçeklere
işte şimdi ruhum suretini fırlatıyor
ve kabuk değiştiriyor yüreğim
sancılı zamanların küskün vakitlerinde….
ağlasam sanıyorum ki bütün bu kabus bitecek
kendimle hesaplaşmalarım beni azat edecek
bütün maskeler düşecek ve gözyaşı ekeceğim yüreğine
sebepsiz değil kızgınlıklarım
öfkem bir bavul dolusu kilit kapımda
ağlasam açılacak kilit
işte o zaman sen ektiklerini biçeceksin yolumda…
geç bile kalmışım
şimdi…. şu vakit ağlamalıyım!….
geç kalınmış bir gözyaşım var
kendimden alacaklıyım
değmezse eğer
düşmezse yanaklarıma
uykularım haram olur yarınlarıma….
Ağlama Kıyamam Gözyaşlarına
Gül ey kimselere benzemeyen yar
Ağlama/kıyamam gözyaşlarına
Akıtma elemlerini gönül teline
Topla saçlarına ay ışığını
Çöz içindeki kör düğümleri
Savrul pul pul dünyanın dört köşesine
Ağlama/kıyamam ben sana ey yar...
Ağlama kıskanmasın bulutlar seni
Savur rüzgarlarla kederlerini
Yükle bütün öfkeni yıldırımlara
Sökülsün yüreğinde biriken paslar
Savur eteklerini ılık rüzgara
Göster tüm dünyaya gülümsemeni
Ağlama/ kıyamam ben sana ey yar...
Utansın yağmurlar gözyaşlarından
Kırlangıçlar getirsin sevinçlerini
Götürsün bulutlar hüzünlerini
Şiirler yazılsın bir gülüşüne
Çık artık gizlendiğin siperlerinden
Dünya güzel görsün güzelliğinde
Ağlama/kıyamam ben sana ey yar...
Geri al iğdelerden güzel kokunu
Vursun ayışığı pencerelerine
Kırılsın paramparça tüm zincirlerin
Dinsin susuzluğun abı-ı hayat'ta
Bülbüller şakısın gönül bahçende
Alem kadın görsün bir bakışında
Ağlama/kıyamam ben sana ey yar...
alıntı
24 Kasım 2009 Salı
''Gelirsen Sadece Kendini Getir Bana ''
Gelirsen pırıl pırıl bakışlarınla gelmelisin ve mutluluğu asmalısın sol omzuna. Bakışlarına kan dökmemelisin, kinden, nefretten, her tür tuzaktan arınarak çıkmalısın yola. Hayatı taşıyacak kadar yürekli olmalı küçük parmakların, avuçlarının içiyse her dem ıslak olmalı.
Gelirsen gözlerini getirmelisin, içlerinde bakmaya doyamayacağım umut dolu gözbebeklerini de almalısın yanına. Bir ceylanı bile kıskandıracak o nefis yürüyüşünle gelmelisin bana. Yürek titreten gülüşlerini de almalısın yanına ve akmalısın yüreğime daha ilk merhaba demek için hazırlık yaptığım anda.
Ardında bıraktığın sözcüklerin tümünü silerek hafızandan, o öpmeye kıyamadığım ak alnınla gelmelisin. Güneşi getirmelisin gelirken, karanlıkların üzerine çullanmalıyız seninle ve içimize gömmeliyiz karanlığı. Hayatla başa çıkabilecek kadar sert, en küçük kırılmada parçalanacak kadar yumuşak bir yürekle gelmelisin bana gelirsen.
Minicik öykülerinle gelmelisin, bir kedi kadar sessiz, bir kaplan kadar yırtıcı olmalısın yola çıktığın andan itibaren. Seni dinleme zevkini de getirmelisin bana, dudaklarından dökülen her sözcüğü içmeliyim kana kana.
Fesleğen kokulu saçlarınla gel gelirsen ve içinden topladığın çiçeklerini ver bana. Yüreğinden sessizce süzülen nehirlerini getir bana, utangaçlıklarını, sokulganlıklarını, çılgınlıklarını da yanına yoldaş yaparak.
Ama neyse sen bana aldırma. Unut yukarıda istediklerimin tümünü.
…”Gelirsen Sadece Kendini Getir Bana
Gelirsen gözlerini getirmelisin, içlerinde bakmaya doyamayacağım umut dolu gözbebeklerini de almalısın yanına. Bir ceylanı bile kıskandıracak o nefis yürüyüşünle gelmelisin bana. Yürek titreten gülüşlerini de almalısın yanına ve akmalısın yüreğime daha ilk merhaba demek için hazırlık yaptığım anda.
Ardında bıraktığın sözcüklerin tümünü silerek hafızandan, o öpmeye kıyamadığım ak alnınla gelmelisin. Güneşi getirmelisin gelirken, karanlıkların üzerine çullanmalıyız seninle ve içimize gömmeliyiz karanlığı. Hayatla başa çıkabilecek kadar sert, en küçük kırılmada parçalanacak kadar yumuşak bir yürekle gelmelisin bana gelirsen.
Minicik öykülerinle gelmelisin, bir kedi kadar sessiz, bir kaplan kadar yırtıcı olmalısın yola çıktığın andan itibaren. Seni dinleme zevkini de getirmelisin bana, dudaklarından dökülen her sözcüğü içmeliyim kana kana.
Fesleğen kokulu saçlarınla gel gelirsen ve içinden topladığın çiçeklerini ver bana. Yüreğinden sessizce süzülen nehirlerini getir bana, utangaçlıklarını, sokulganlıklarını, çılgınlıklarını da yanına yoldaş yaparak.
Ama neyse sen bana aldırma. Unut yukarıda istediklerimin tümünü.
…”Gelirsen Sadece Kendini Getir Bana
13 Kasım 2009 Cuma
Sensizlik öyle acı veriyor ki bana
Dalıp gidiyor gözlerim bak uzaklara
Kalbim sızlıyor anlatamıyorum ki sana
Küsmek istiyorum ben bu yalnızlığıma
Ne acılar çekiyorum ki şu fani hayatta
Mutlu olacağım belki öbür dünyada
Senden önce yaşamadım ki ben böyle bir sevda
Sen öğrettin bana sevmeyi de küstürmeyide aşka
Nafile ki ağlasam,sızlasam hepsi boşa,
Bilmelisin sen varsın sadece hayatımda
Sensizlik için çaba harcamadım ki uğrunda,
Ben bir kere sevdim bunu anlasana
Başkasına nasıl veririm kalbimi bir daha.
Onun sadece sende olduğunu anlalayamadın asla
Beni sevecek bir başkası olamaz hayatımda
Sensizlik çok acı veriyor inan ki bana.
Bir kez daha benim yanımda olsana.
Sen beni sevmesen de gelir misin son kez yanıma
Son kez seni alsam ki kollarıma,
Ne olur sevdiğim elveda deme bana,
Seni seveceğim bebeğim unutma bunu asla......
Nejlet
Dalıp gidiyor gözlerim bak uzaklara
Kalbim sızlıyor anlatamıyorum ki sana
Küsmek istiyorum ben bu yalnızlığıma
Ne acılar çekiyorum ki şu fani hayatta
Mutlu olacağım belki öbür dünyada
Senden önce yaşamadım ki ben böyle bir sevda
Sen öğrettin bana sevmeyi de küstürmeyide aşka
Nafile ki ağlasam,sızlasam hepsi boşa,
Bilmelisin sen varsın sadece hayatımda
Sensizlik için çaba harcamadım ki uğrunda,
Ben bir kere sevdim bunu anlasana
Başkasına nasıl veririm kalbimi bir daha.
Onun sadece sende olduğunu anlalayamadın asla
Beni sevecek bir başkası olamaz hayatımda
Sensizlik çok acı veriyor inan ki bana.
Bir kez daha benim yanımda olsana.
Sen beni sevmesen de gelir misin son kez yanıma
Son kez seni alsam ki kollarıma,
Ne olur sevdiğim elveda deme bana,
Seni seveceğim bebeğim unutma bunu asla......
Nejlet
6 Kasım 2009 Cuma
Rabbim
Bir insan koy kalbime
Ama o insan senin de
sevdiğin olsun
Ve bana öyle bir insan sevdir ki
O insanın kalbi Seninle sevişen bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla buluştur ki benden önce
Onunla buluşmuş olan sen olasın
Onunla el ele tutuştuğumuzda
İkimizin üzerinde Senin elin olsun
Bana öyle gözler göster ki
Ben o gözlerden sana bakayım
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler cennete açılan iki pencere olsun
Onunla öyle bir yolda yürüyelim ki
Kılavuzumuz sen olasın ey Rabbim
Öyle bir sevgili ver ki bana
Ona sarıldığımda kainat bize baksın
Birbirine sarılsın
Sevgimiz kurtla kuzuları barıştırsın
Bize bakıp şeytan Adem’e secde etsin
Günah sevap uğruna kendini feda etsin
Ölüler birer birer uyansın sevgimizle
Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde Muhammed sevilsin
Öyle sevelim ki birbirimizi
Hz. Hatice göklerden bize seslensin
Ve desin ki;
“Bak ya Muhammed bak şu sevgililere onlar bizde… biz de onlardayız.
Bak Aşkımız bir kez daha yaşanıyor yeryüzünde..
Allah Aşkımızı öyle çok seviyor ki binlerce insana yaşatıyor..
Bir insan koy kalbime
Ama o insan senin de
sevdiğin olsun
Ve bana öyle bir insan sevdir ki
O insanın kalbi Seninle sevişen bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla buluştur ki benden önce
Onunla buluşmuş olan sen olasın
Onunla el ele tutuştuğumuzda
İkimizin üzerinde Senin elin olsun
Bana öyle gözler göster ki
Ben o gözlerden sana bakayım
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler cennete açılan iki pencere olsun
Onunla öyle bir yolda yürüyelim ki
Kılavuzumuz sen olasın ey Rabbim
Öyle bir sevgili ver ki bana
Ona sarıldığımda kainat bize baksın
Birbirine sarılsın
Sevgimiz kurtla kuzuları barıştırsın
Bize bakıp şeytan Adem’e secde etsin
Günah sevap uğruna kendini feda etsin
Ölüler birer birer uyansın sevgimizle
Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde Muhammed sevilsin
Öyle sevelim ki birbirimizi
Hz. Hatice göklerden bize seslensin
Ve desin ki;
“Bak ya Muhammed bak şu sevgililere onlar bizde… biz de onlardayız.
Bak Aşkımız bir kez daha yaşanıyor yeryüzünde..
Allah Aşkımızı öyle çok seviyor ki binlerce insana yaşatıyor..
dua
Rabbim
Bir insan koy kalbime
Ama o insan senin de
sevdiğin olsun
Ve bana öyle bir insan sevdir ki
O insanın kalbi Seninle sevişen bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla buluştur ki benden önce
Onunla buluşmuş olan sen olasın
Onunla el ele tutuştuğumuzda
İkimizin üzerinde Senin elin olsun
Bana öyle gözler göster ki
Ben o gözlerden sana bakayım
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler cennete açılan iki pencere olsun
Onunla öyle bir yolda yürüyelim ki
Kılavuzumuz sen olasın ey Rabbim
Öyle bir sevgili ver ki bana
Ona sarıldığımda kainat bize baksın
Birbirine sarılsın
Sevgimiz kurtla kuzuları barıştırsın
Bize bakıp şeytan Adem’e secde etsin
Günah sevap uğruna kendini feda etsin
Ölüler birer birer uyansın sevgimizle
Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde Muhammed sevilsin
Öyle sevelim ki birbirimizi
Hz. Hatice göklerden bize seslensin
Ve desin ki;
“Bak ya Muhammed bak şu sevgililere onlar bizde… biz de onlardayız.
Bak Aşkımız bir kez daha yaşanıyor yeryüzünde..
Allah Aşkımızı öyle çok seviyor ki binlerce insana yaşatıyor..
Bir insan koy kalbime
Ama o insan senin de
sevdiğin olsun
Ve bana öyle bir insan sevdir ki
O insanın kalbi Seninle sevişen bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla buluştur ki benden önce
Onunla buluşmuş olan sen olasın
Onunla el ele tutuştuğumuzda
İkimizin üzerinde Senin elin olsun
Bana öyle gözler göster ki
Ben o gözlerden sana bakayım
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler cennete açılan iki pencere olsun
Onunla öyle bir yolda yürüyelim ki
Kılavuzumuz sen olasın ey Rabbim
Öyle bir sevgili ver ki bana
Ona sarıldığımda kainat bize baksın
Birbirine sarılsın
Sevgimiz kurtla kuzuları barıştırsın
Bize bakıp şeytan Adem’e secde etsin
Günah sevap uğruna kendini feda etsin
Ölüler birer birer uyansın sevgimizle
Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde Muhammed sevilsin
Öyle sevelim ki birbirimizi
Hz. Hatice göklerden bize seslensin
Ve desin ki;
“Bak ya Muhammed bak şu sevgililere onlar bizde… biz de onlardayız.
Bak Aşkımız bir kez daha yaşanıyor yeryüzünde..
Allah Aşkımızı öyle çok seviyor ki binlerce insana yaşatıyor..
AŞK-I EZELİ
Aşk ile hüsran bulan varsa; benimdir.
Aşka kul, köle olan varsa; benimdir.
Aşka kanayan bir göz varsa; benimdir.
Aşkı anarak ölen varsa, benimdir.
Aşka kanıp hicran içen bendendir.
Libas diye hüznü giyen bendendir.
Ayrılığı sinesine çeken bendendir.
Ölüm gününü vuslat bilen bendendir.
Kimse bilmez aşk acısını benden özge
Kimse yanmaz bu ateşte benden özge
Kendini aşık diye avutan kimse
Aşk için ölmez dahi benden özge.
Aşk varmış cihanda ezelden benimle
Aşkın kaderi yazılmış ezelden benimle
Bir aşık dünyaya gelmezden önce
Aşk ile ölürmüş ta ezelden benimle.
Harun BOZKURT
Aşk ile hüsran bulan varsa; benimdir.
Aşka kul, köle olan varsa; benimdir.
Aşka kanayan bir göz varsa; benimdir.
Aşkı anarak ölen varsa, benimdir.
Aşka kanıp hicran içen bendendir.
Libas diye hüznü giyen bendendir.
Ayrılığı sinesine çeken bendendir.
Ölüm gününü vuslat bilen bendendir.
Kimse bilmez aşk acısını benden özge
Kimse yanmaz bu ateşte benden özge
Kendini aşık diye avutan kimse
Aşk için ölmez dahi benden özge.
Aşk varmış cihanda ezelden benimle
Aşkın kaderi yazılmış ezelden benimle
Bir aşık dünyaya gelmezden önce
Aşk ile ölürmüş ta ezelden benimle.
Harun BOZKURT
en sevgiliye ithafen
Hayatım, canım, canan’ım, kıymetli efendim sana layık olmaktan o kadar uzağım ki!
Bir görsem yüzünü , dokunabilsem eteğine , ruhunun güzellikleriyle hemhal olabilsem.
Senin beni sevdiğin kadar bende seni sevebilsem
Sesinde sessizliğimi eritsem
Sessizliğinde ruhumu eğitsem
Nefsimi ayaklarına sersem
Tüm sersemliğimle yolunda sürünsem
Bilmem ki sana ualşabilir miyim?
Bilmem ki senin kadar sevebilir miyim?
Nur cemalinle aydınlatsan dünyamı,
Sımsıkı sarılsan bana,
Kavrasan tüm benliğimi,
Aşkınla ısıtsan üşüyen yüreğimi,
Ulaştırsan beni RABB’E.
Sevgine muhtacım efendim.
Muhammed Yasin Osmanoğlu
Bir görsem yüzünü , dokunabilsem eteğine , ruhunun güzellikleriyle hemhal olabilsem.
Senin beni sevdiğin kadar bende seni sevebilsem
Sesinde sessizliğimi eritsem
Sessizliğinde ruhumu eğitsem
Nefsimi ayaklarına sersem
Tüm sersemliğimle yolunda sürünsem
Bilmem ki sana ualşabilir miyim?
Bilmem ki senin kadar sevebilir miyim?
Nur cemalinle aydınlatsan dünyamı,
Sımsıkı sarılsan bana,
Kavrasan tüm benliğimi,
Aşkınla ısıtsan üşüyen yüreğimi,
Ulaştırsan beni RABB’E.
Sevgine muhtacım efendim.
Muhammed Yasin Osmanoğlu
Su da güzel ! Ateşde !
Su da güzel ! Ateşde !
Suyun ateşi ateşin de suyu sevmediğini bile bile kavuştururlar bir gün bir yerlerde… ateş suyu yakar su da ateşi yoka salar.
Güneş de güzel ! Gecede
Güneş sevmez hep sırtını döner geceye…ya olmasaydı güneş sırtını dönmeyeydi geceye nerden bilecektik…güneşi de geceyi de, sevmeseler de beraber hareket ederler…gece güneşi yok eder güneş de geceyi…
var olmaları birbirlerine bağlıdır.
Bahar da güzel ! Zemheride!
Bahar gelir zemheriyi yerinden eder…zemheri de vakti gelince baharı…bir kezde olsa mutlaka yolları çakışır bir yerde, yer değiştirirler; biri gelirken biri gider…hep oynaş içindedirler…zemheri sıcağı sevmez bahar da soğuğu…birbirleri gibi herşeyleri tezat ama yine de birbirlerini var eden yine de birbirleridir.
Dost da güzel ! Düşman da
Düşmanlar dostun kıymetini anlatır
dost kıymetsize meyletmemeyi öğretir…
dostu var eden düşmandır…düşman olacak ki dost fark edile dost olacak ki düşman yok edile.
suyu da sevdim ateşi de
güneşi de sevdim geceyi de
baharı da sevdim zemheriyi de
dostu da sevdim düşmanı da
dostuma da düşmanıma da bir tebessüm ettim gitti.
Suyun ateşi ateşin de suyu sevmediğini bile bile kavuştururlar bir gün bir yerlerde… ateş suyu yakar su da ateşi yoka salar.
Güneş de güzel ! Gecede
Güneş sevmez hep sırtını döner geceye…ya olmasaydı güneş sırtını dönmeyeydi geceye nerden bilecektik…güneşi de geceyi de, sevmeseler de beraber hareket ederler…gece güneşi yok eder güneş de geceyi…
var olmaları birbirlerine bağlıdır.
Bahar da güzel ! Zemheride!
Bahar gelir zemheriyi yerinden eder…zemheri de vakti gelince baharı…bir kezde olsa mutlaka yolları çakışır bir yerde, yer değiştirirler; biri gelirken biri gider…hep oynaş içindedirler…zemheri sıcağı sevmez bahar da soğuğu…birbirleri gibi herşeyleri tezat ama yine de birbirlerini var eden yine de birbirleridir.
Dost da güzel ! Düşman da
Düşmanlar dostun kıymetini anlatır
dost kıymetsize meyletmemeyi öğretir…
dostu var eden düşmandır…düşman olacak ki dost fark edile dost olacak ki düşman yok edile.
suyu da sevdim ateşi de
güneşi de sevdim geceyi de
baharı da sevdim zemheriyi de
dostu da sevdim düşmanı da
dostuma da düşmanıma da bir tebessüm ettim gitti.
Dünya Boş İmiş (Feryad edip)
Feryad edip hiç bir dala konmadan
Gönül havadaki dönen kuş imiş
Gam ile mihneti mesken edindim
Bir bakarsan yalan dünya boş imiş
Seher vakti bülbüllerim ötmedi
Çok rica eyledim sözüm tutmadı
Bir vakit hoş günüm devran etmedi
Kahpe felek kara bağrım taş imiş
Allı turnam ayrılmazdı katerden
Bahanam yok ayrılamam kaderden
Dünyaya bakmadım gamü kederden
Benim başım ne belalı baş imiş
Seher vakti bülbül başlar figana
Hele bir nazar kıl fani cihana
Nice canlar geldi geçti bu hana
Güvenmeyin dostlar dünya düş imiş
Said’im çekiyor gam ile keder
Hakka aşık olan dünyayı nider
Misafirhanedir gelenler gider
Yeni bildim yalan dünya boş imiş
Aşık SAİD
Gönül havadaki dönen kuş imiş
Gam ile mihneti mesken edindim
Bir bakarsan yalan dünya boş imiş
Seher vakti bülbüllerim ötmedi
Çok rica eyledim sözüm tutmadı
Bir vakit hoş günüm devran etmedi
Kahpe felek kara bağrım taş imiş
Allı turnam ayrılmazdı katerden
Bahanam yok ayrılamam kaderden
Dünyaya bakmadım gamü kederden
Benim başım ne belalı baş imiş
Seher vakti bülbül başlar figana
Hele bir nazar kıl fani cihana
Nice canlar geldi geçti bu hana
Güvenmeyin dostlar dünya düş imiş
Said’im çekiyor gam ile keder
Hakka aşık olan dünyayı nider
Misafirhanedir gelenler gider
Yeni bildim yalan dünya boş imiş
Aşık SAİD
Gül ve ot (Sad-i Şirazi _ Gülistan)
Sadi gülistan’ında der ki:
“Bir tümseğin üzerinde otla bağlanmış birkaç demet taze gül gördüm. ‘Bu değersiz ot ne oluyor ki gül ile birlikte bulunuyor?’ dedim.
Ot ağladı ve şöyle dedi:
‘Sus!
Kerem sahipleri arkadaşlığı unutur mu! Her ne kadar güzelliğim, rengim, kokum yoksa da nihayet ben de bu güllerin bittiği bahçenin otu değil miyim?’”
“Bir tümseğin üzerinde otla bağlanmış birkaç demet taze gül gördüm. ‘Bu değersiz ot ne oluyor ki gül ile birlikte bulunuyor?’ dedim.
Ot ağladı ve şöyle dedi:
‘Sus!
Kerem sahipleri arkadaşlığı unutur mu! Her ne kadar güzelliğim, rengim, kokum yoksa da nihayet ben de bu güllerin bittiği bahçenin otu değil miyim?’”
16 Eylül 2009 Çarşamba
sevdiğime söyle
Ey gece,
sevdiğime söyle,
yanındayım ben hep,
onunla yüreğim, ellerim, gözlerim.
Ara sıra, o da düşünsün beni,
karanlık çöktüğünde.
Kimbilir,
bir yıldızda birleşir yüreklerimiz belki de...
Ey rüzgâr,
sevdiğime söyle,
sen savururken umutları,
diyardan diyara,
toplasın yerlerden hayallerimi,
bassın bağrına sevgiyle...
Kimbilir,
hayaller gerçekleşir belki,
onun eli değdiğinde...
Ey yağmur,
sevdiğime söyle,
her toprağa düştüğünde sen,
gözlerim eşlik eder sana,
bilsin, ona söyle.
Bilsin ki,
her yağmurda hatırlasın beni,
tutsun damlaları, yüzüne sürsün,
öpsün damlalar gözlerinden özlemle...
Ey deniz,
sevdiğime söyle,
Köpük köpük sahiline vurduğumu.
Unutmasın bıraktığı yerde durduğumu.
Her martı çığlığında, çınlasın sesim,
yüreğinin en derinlerinde...
Ey hayat,
sevdiğime söyle,
onsuz bir anlamın olmadığını.
Söyle ona,
deli divane bir gönlün,
kuytularda ağladığını.
Ve
Onu unutmadığını,
Unutmayacağını...
alıntı
sevdiğime söyle,
yanındayım ben hep,
onunla yüreğim, ellerim, gözlerim.
Ara sıra, o da düşünsün beni,
karanlık çöktüğünde.
Kimbilir,
bir yıldızda birleşir yüreklerimiz belki de...
Ey rüzgâr,
sevdiğime söyle,
sen savururken umutları,
diyardan diyara,
toplasın yerlerden hayallerimi,
bassın bağrına sevgiyle...
Kimbilir,
hayaller gerçekleşir belki,
onun eli değdiğinde...
Ey yağmur,
sevdiğime söyle,
her toprağa düştüğünde sen,
gözlerim eşlik eder sana,
bilsin, ona söyle.
Bilsin ki,
her yağmurda hatırlasın beni,
tutsun damlaları, yüzüne sürsün,
öpsün damlalar gözlerinden özlemle...
Ey deniz,
sevdiğime söyle,
Köpük köpük sahiline vurduğumu.
Unutmasın bıraktığı yerde durduğumu.
Her martı çığlığında, çınlasın sesim,
yüreğinin en derinlerinde...
Ey hayat,
sevdiğime söyle,
onsuz bir anlamın olmadığını.
Söyle ona,
deli divane bir gönlün,
kuytularda ağladığını.
Ve
Onu unutmadığını,
Unutmayacağını...
alıntı
Annem Haklıymış...
ANNEM HAKLIYMIŞ..........
Annem derdi ki: “Terli terli su içme ”
İçten içe kızardım ona
Oyunun en tatlı yerinde
Bu müdahale de niye?
Hastalanınca anlardım ki!
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Sakın geç kalma”
Meraklanırmış sonra
İçten içe hayıflanırdım ona
Gidenin dönmesini beklerken anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Odanı dağıtma”
İçten içe karşı gelirdim ona
Toparlamayı erteleyip dururken
Hayatımı dağıttığım anlarımda anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Öfkende fakir ol, sevginde zengin”
İçten içe önemsemezdim bakışlarımla
Kırdığım kalpleri telafi edemediğimde anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Tek kişilik yaşama”
Diğer türlüsü bencillik olur
Sevilmezmişim sonra
İçten içe güler geçerdim bu kelâma
Yalnızlık ağır gelmeye başlayınca anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Doğal ol, yapmacık olma”
İçten içe burun kıvırırdım ona
Ezberlediğim yaşam biçiminin tatsızlığını fark edip
Rollerimi karıştırmaya başlayınca anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Gençliğinin kıymetini bil, geri gelmez bir daha”
İçten içe sitemkâr davranırdım ona
Yüzümdeki çizgiler
Saçımdaki beyazlar zafer kazandıkça anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Bir dilek tut, gerçek olana kadar çabala”
İçten içe söylemesi kolay, yapması zor derdim ona
Hayatımı sorgulamaya başlayıp
Sürekli yapamadıklarım aklıma geldiğinde anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Bu sözlerimi kullan, yabana atma”
Şimdi…
İçten içe teşekkür ediyorum ona
Çünkü…
Ben de bir anneyim
Bana miras kalan bu cümleleri sarf ederken bileceğim ki !
Ben haklıyım
Annem derdi ki: “Terli terli su içme ”
İçten içe kızardım ona
Oyunun en tatlı yerinde
Bu müdahale de niye?
Hastalanınca anlardım ki!
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Sakın geç kalma”
Meraklanırmış sonra
İçten içe hayıflanırdım ona
Gidenin dönmesini beklerken anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Odanı dağıtma”
İçten içe karşı gelirdim ona
Toparlamayı erteleyip dururken
Hayatımı dağıttığım anlarımda anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Öfkende fakir ol, sevginde zengin”
İçten içe önemsemezdim bakışlarımla
Kırdığım kalpleri telafi edemediğimde anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Tek kişilik yaşama”
Diğer türlüsü bencillik olur
Sevilmezmişim sonra
İçten içe güler geçerdim bu kelâma
Yalnızlık ağır gelmeye başlayınca anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Doğal ol, yapmacık olma”
İçten içe burun kıvırırdım ona
Ezberlediğim yaşam biçiminin tatsızlığını fark edip
Rollerimi karıştırmaya başlayınca anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Gençliğinin kıymetini bil, geri gelmez bir daha”
İçten içe sitemkâr davranırdım ona
Yüzümdeki çizgiler
Saçımdaki beyazlar zafer kazandıkça anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Bir dilek tut, gerçek olana kadar çabala”
İçten içe söylemesi kolay, yapması zor derdim ona
Hayatımı sorgulamaya başlayıp
Sürekli yapamadıklarım aklıma geldiğinde anladım ki !
Annem haklıymış
Annem derdi ki: “Bu sözlerimi kullan, yabana atma”
Şimdi…
İçten içe teşekkür ediyorum ona
Çünkü…
Ben de bir anneyim
Bana miras kalan bu cümleleri sarf ederken bileceğim ki !
Ben haklıyım
anneden gelinlik kızına mektup
Yavrum! Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak
bazı
tavsiyelerde bulunacağım. Bu tavsiyelerimi iyice öğrenip gerektiği
şekilde
hareket edersen, hayatın boyunca rahat edersin. Kocanla aranız hiçbir
zaman
bozulmaz. Bu dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi ahirette de ebedi
saadete ulaşırsın.
1- Kanaatkar ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek
her
şeyi memnuniyetle, severek kabul et. Çünkü, kanaat, kalbi huzura
kavuşturur.
2- Söylenenleri daima iyi dinle ve her zaman kocanın meşru sözlerine,
isteklerine itaat üzere bulun. Kocana itiraz etme, karşı gelme. Onunla
kaynaşmaya gayret göster. Bu şekilde hareketlerin aynı zamanda,
Cenab-ı
Hakkın rızasına da uygun olur.
3- Kocanın göreceği her yere, itina ve ihtimam göster. Gözüne çirkin
bir
şeyin ilişmesinden sakın. Dış görünüş içe, kalbe de tesir eder. Evin
her
zaman temiz, bakımlı ve güzel kokulu olsun.
4- Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin. Yemeğini
adeti
nasılsa ona göre hazırlamalısın. Vaktinde uyuması için işlerini
zamanında
bitir. Çünkü açlık insanı huysuz eder. Uykusuzluk ise, öfkelenmeye
sebep
olur.
5- Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru. Mal ve eşyayı koruman senin
iyi
iş
bildiğini gösterir. Yaptığın işleri, iyilikleri başına kakma! Başa
kakarsan,
iyilik fayda yerine zarar getirir.
6- Eşinin yakınlarına iyi davranışta bulun. Güzel davranışta bulun ki,
o da
senin yakınlarına iyi davransın. Gülü seven dikenine de katlanmalıdır.
Zaten
dünyada ni'metler ve sıkıntılar beraber bulunur. Kocanın evde,
çocuklarına,
yakınlarına karşı otoritesini sarsacak, onu küçük düşürecek söz ve
hareketlerde sakın bulunma!
7- Kocanın sırlarını hiç kimseye söyleme. Eğer sırlarını etrafa
yayacak
olursan, sana darılır. Vefasızlık etmeyeceğinden bile emin olmaz.
Sevgide
azalma olur.
8- Eşine hürmette, isteklerini yerine getirmede kusur etmemelisin.
Sözlerinin aksini söyleyerek, ona karşı gelmemelisin. Eğer karşı
gelir,
isyan edersen, kızıp öfkelenmesine, hatta düşmanca hareket etmesine
sebep
olursun. Eşinin, üzüntülü ve kederli zamanlarında sen de öyle görün!
Onun
üzüntüsünü onunla paylaş. O neşeli ise sen de neşeli görünmeye çalış.
9- Kocana ne kadar hürmet ve tazimde bulunursan, kendini ona o kadar
çok
sevdirirsin. Rızasına ne derece uygun hareket edersen, o nispette
sevgisini
kazanırsın.
10- Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!
Bu
hem senin, hem de onun helâkına sebep olur. Nitekim sevgili
Peygamberimiz
>buyuruyor ki: "Bir zaman gelir ki, adamın helâkı, hanımının, ana-
babasının
ve çocuğunun elinden olur. Onu fakirlikle ayıplarlar, gücünün
yetmediği
tekliflerde, isteklerde bulunurlar. Böylece o kimse, bu istekleri
temin
için
dininin gideceği yollara sapar ve helak olur."
11- Kadının güzel huylusu, saliha olanı, eşine Cennet nimetidir.
Kötüsü,
şerlisi de Cehennem azabından sayılır. Sen kocana Cennet ni'meti ol!
Azab
çektirme! Bunları yapabilmen ancak, onun isteklerini kendi
isteklerine,
onun
rızasını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir.
Hep kendi istek ve arzularını ön plana çıkartırsan, bu nasihatleri
tutabilmen mümkün olmaz." Devletlerde, milletlerde, iş yerlerinde,
ailelerde
huzurun sağlanabilmesi için, son sözü bir kişinin söylemesi lazımdır.
Her kafadan bir ses çıkarsı huzur olmaz. Allahü teala, alide son sözü
söylemeği erkeğe vermiştir. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, erkekleri
kadınlar üzerine hakim kıldığını bildirmiştir. Nisa Suresinin
34.ayetinde,
"Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler."buyurulmuştur. Bunun için
kadın,
düşüncesini söylemeli fakat son sözü kocasına bırakmalıdır.
Erkek yanlış bile yapsa, dine uygun yapıldığı için, Allahü tela o işin
>neticesini hayra çevirir. Evde senin dediğin, benim dediğim olacak
kavgası
olursa o evde huzur olmaz. Nasıl ki, bir erkek işyerinde, potronunu
memnun
etmek için çalışıyorsa; bu iş yerinde kalabilmesi için, potronun
memnun
olmasının şart olduğunu, iş huzurunun buna bağlı olduğunu biliyorsa;
kadın
da, kendi rahatı huzuru için bütün gücü ile kocasını memnun etmek için
çalışması lazımdır.
Kocasının, memnun olması rahat olması, kadının da rahat, huzurlu
olması
demektir.
Bu, kadın tarafından kabullenip tatbik edilmedikçe ailede huzur olmaz.
Bunları yapacak bir kız varmı merak ediyorum grup arkadaşların
yorumlarını
bekliyorum.
Siz eşiniz için bunları yaparmısınız
Alıntı
bazı
tavsiyelerde bulunacağım. Bu tavsiyelerimi iyice öğrenip gerektiği
şekilde
hareket edersen, hayatın boyunca rahat edersin. Kocanla aranız hiçbir
zaman
bozulmaz. Bu dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi ahirette de ebedi
saadete ulaşırsın.
1- Kanaatkar ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek
her
şeyi memnuniyetle, severek kabul et. Çünkü, kanaat, kalbi huzura
kavuşturur.
2- Söylenenleri daima iyi dinle ve her zaman kocanın meşru sözlerine,
isteklerine itaat üzere bulun. Kocana itiraz etme, karşı gelme. Onunla
kaynaşmaya gayret göster. Bu şekilde hareketlerin aynı zamanda,
Cenab-ı
Hakkın rızasına da uygun olur.
3- Kocanın göreceği her yere, itina ve ihtimam göster. Gözüne çirkin
bir
şeyin ilişmesinden sakın. Dış görünüş içe, kalbe de tesir eder. Evin
her
zaman temiz, bakımlı ve güzel kokulu olsun.
4- Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin. Yemeğini
adeti
nasılsa ona göre hazırlamalısın. Vaktinde uyuması için işlerini
zamanında
bitir. Çünkü açlık insanı huysuz eder. Uykusuzluk ise, öfkelenmeye
sebep
olur.
5- Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru. Mal ve eşyayı koruman senin
iyi
iş
bildiğini gösterir. Yaptığın işleri, iyilikleri başına kakma! Başa
kakarsan,
iyilik fayda yerine zarar getirir.
6- Eşinin yakınlarına iyi davranışta bulun. Güzel davranışta bulun ki,
o da
senin yakınlarına iyi davransın. Gülü seven dikenine de katlanmalıdır.
Zaten
dünyada ni'metler ve sıkıntılar beraber bulunur. Kocanın evde,
çocuklarına,
yakınlarına karşı otoritesini sarsacak, onu küçük düşürecek söz ve
hareketlerde sakın bulunma!
7- Kocanın sırlarını hiç kimseye söyleme. Eğer sırlarını etrafa
yayacak
olursan, sana darılır. Vefasızlık etmeyeceğinden bile emin olmaz.
Sevgide
azalma olur.
8- Eşine hürmette, isteklerini yerine getirmede kusur etmemelisin.
Sözlerinin aksini söyleyerek, ona karşı gelmemelisin. Eğer karşı
gelir,
isyan edersen, kızıp öfkelenmesine, hatta düşmanca hareket etmesine
sebep
olursun. Eşinin, üzüntülü ve kederli zamanlarında sen de öyle görün!
Onun
üzüntüsünü onunla paylaş. O neşeli ise sen de neşeli görünmeye çalış.
9- Kocana ne kadar hürmet ve tazimde bulunursan, kendini ona o kadar
çok
sevdirirsin. Rızasına ne derece uygun hareket edersen, o nispette
sevgisini
kazanırsın.
10- Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!
Bu
hem senin, hem de onun helâkına sebep olur. Nitekim sevgili
Peygamberimiz
>buyuruyor ki: "Bir zaman gelir ki, adamın helâkı, hanımının, ana-
babasının
ve çocuğunun elinden olur. Onu fakirlikle ayıplarlar, gücünün
yetmediği
tekliflerde, isteklerde bulunurlar. Böylece o kimse, bu istekleri
temin
için
dininin gideceği yollara sapar ve helak olur."
11- Kadının güzel huylusu, saliha olanı, eşine Cennet nimetidir.
Kötüsü,
şerlisi de Cehennem azabından sayılır. Sen kocana Cennet ni'meti ol!
Azab
çektirme! Bunları yapabilmen ancak, onun isteklerini kendi
isteklerine,
onun
rızasını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir.
Hep kendi istek ve arzularını ön plana çıkartırsan, bu nasihatleri
tutabilmen mümkün olmaz." Devletlerde, milletlerde, iş yerlerinde,
ailelerde
huzurun sağlanabilmesi için, son sözü bir kişinin söylemesi lazımdır.
Her kafadan bir ses çıkarsı huzur olmaz. Allahü teala, alide son sözü
söylemeği erkeğe vermiştir. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, erkekleri
kadınlar üzerine hakim kıldığını bildirmiştir. Nisa Suresinin
34.ayetinde,
"Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler."buyurulmuştur. Bunun için
kadın,
düşüncesini söylemeli fakat son sözü kocasına bırakmalıdır.
Erkek yanlış bile yapsa, dine uygun yapıldığı için, Allahü tela o işin
>neticesini hayra çevirir. Evde senin dediğin, benim dediğim olacak
kavgası
olursa o evde huzur olmaz. Nasıl ki, bir erkek işyerinde, potronunu
memnun
etmek için çalışıyorsa; bu iş yerinde kalabilmesi için, potronun
memnun
olmasının şart olduğunu, iş huzurunun buna bağlı olduğunu biliyorsa;
kadın
da, kendi rahatı huzuru için bütün gücü ile kocasını memnun etmek için
çalışması lazımdır.
Kocasının, memnun olması rahat olması, kadının da rahat, huzurlu
olması
demektir.
Bu, kadın tarafından kabullenip tatbik edilmedikçe ailede huzur olmaz.
Bunları yapacak bir kız varmı merak ediyorum grup arkadaşların
yorumlarını
bekliyorum.
Siz eşiniz için bunları yaparmısınız
Alıntı
Gelirsen Bir Daha Sadece Kendini Getir Bana
Gelirsen Bir Daha Sadece Kendini Getir Bana
Gelirsen pırıl pırıl bakışlarınla gelmelisin ve mutluluğu asmalısın sol omzuna. Bakışlarına kan dökmemelisin, kinden, nefretten, her tür tuzaktan arınarak çıkmalısın yola. Hayatı taşıyacak kadar yürekli olmalı küçük parmakların, avuçlarının içiyse her dem ıslak olmalı.
Gelirsen gözlerini getirmelisin, içlerinde bakmaya doyamayacağım umut dolu gözbebeklerini de almalısın yanına. Bir ceylanı bile kıskandıracak o nefis yürüyüşünle gelmelisin bana. Yürek titreten gülüşlerini de almalısın yanına ve akmalısın yüreğime daha ilk merhaba demek için hazırlık yaptığım anda.
Ardında bıraktığın sözcüklerin tümünü silerek hafızandan, o öpmeye kıyamadığım ak alnınla gelmelisin. Güneşi getirmelisin gelirken, karanlıkların üzerine çullanmalıyız seninle ve içimize gömmeliyiz karanlığı. Hayatla başa çıkabilecek kadar sert, en küçük kırılmada parçalanacak kadar yumuşak bir yürekle gelmelisin bana gelirsen.
Minicik öykülerinle gelmelisin, bir kedi kadar sessiz, bir kaplan kadar yırtıcı olmalısın yola çıktığın andan itibaren. Seni dinleme zevkini de getirmelisin bana, dudaklarından dökülen her sözcüğü içmeliyim kana kana.
Fesleğen kokulu saçlarınla gel gelirsen ve içinden topladığın çiçeklerini ver bana. Yüreğinden sessizce süzülen nehirlerini getir bana, utangaçlıklarını, sokulganlıklarını, çılgınlıklarını da yanına yoldaş yaparak.
Ama neyse sen bana aldırma. Unut yukarıda istediklerimin tümünü.
…”Gelirsen Sadece Kendini Getir Bana
Gelirsen pırıl pırıl bakışlarınla gelmelisin ve mutluluğu asmalısın sol omzuna. Bakışlarına kan dökmemelisin, kinden, nefretten, her tür tuzaktan arınarak çıkmalısın yola. Hayatı taşıyacak kadar yürekli olmalı küçük parmakların, avuçlarının içiyse her dem ıslak olmalı.
Gelirsen gözlerini getirmelisin, içlerinde bakmaya doyamayacağım umut dolu gözbebeklerini de almalısın yanına. Bir ceylanı bile kıskandıracak o nefis yürüyüşünle gelmelisin bana. Yürek titreten gülüşlerini de almalısın yanına ve akmalısın yüreğime daha ilk merhaba demek için hazırlık yaptığım anda.
Ardında bıraktığın sözcüklerin tümünü silerek hafızandan, o öpmeye kıyamadığım ak alnınla gelmelisin. Güneşi getirmelisin gelirken, karanlıkların üzerine çullanmalıyız seninle ve içimize gömmeliyiz karanlığı. Hayatla başa çıkabilecek kadar sert, en küçük kırılmada parçalanacak kadar yumuşak bir yürekle gelmelisin bana gelirsen.
Minicik öykülerinle gelmelisin, bir kedi kadar sessiz, bir kaplan kadar yırtıcı olmalısın yola çıktığın andan itibaren. Seni dinleme zevkini de getirmelisin bana, dudaklarından dökülen her sözcüğü içmeliyim kana kana.
Fesleğen kokulu saçlarınla gel gelirsen ve içinden topladığın çiçeklerini ver bana. Yüreğinden sessizce süzülen nehirlerini getir bana, utangaçlıklarını, sokulganlıklarını, çılgınlıklarını da yanına yoldaş yaparak.
Ama neyse sen bana aldırma. Unut yukarıda istediklerimin tümünü.
…”Gelirsen Sadece Kendini Getir Bana
9 Eylül 2009 Çarşamba
ben seni sensiz sevdim
Ben seni severken
Sen yanımda yoktun ki!
Ben seni özlerken
Sen bilmiyordun ki!
Ben seni sensiz sevdim...
Sen yokken bakışların vardı
Beynime kazınmış
Nereye baksam oradaydılar,
Ben seni sensiz sevdim..
Göremesem de, rüyamdaydın,
Sevmesen de, kalbimin derinliklerindeydin
Ve kimse seni oradan çıkaramayacak.
Sen bile!
Ben seni sensiz sevdim...
Sen olmasan da, hayalin vardı,
Sen olmasan da, şarkılar vardı;
Seni hatırlatan...
Sen olmasan da, her dakika aklımdaydın.
Ben seni sensiz sevdim...
Sen olmasan da,yıldızlar vardı,
Sen olmasan da,bulutlar vardı,
Sen olmasan da,günbatımları vardı,
Sen olmasan da,denizler vardı...
Ben seni sensiz sevdim...
Aslında sen hep vardın,
Aynı şehirde,aynı sokakta,
“Ben sevdanın oturduğu sokakta oturuyorum”ama;
Ben seni sensiz sevdim...
Ne olurdu sende beni sevseydin?
Ne olurdu bu kadar gözyaşı dökmeseydim?
Ama inanıyorum ki sen uyandıracaksın beni,
Hani kıyamet koptuğunda...
Ben seni sensiz sevdim...
Neden sevdim bilmiyorum ama çok sevdim!!!
07-10-2000
M.Ahsen SAKAREİSOĞLU
Sen yanımda yoktun ki!
Ben seni özlerken
Sen bilmiyordun ki!
Ben seni sensiz sevdim...
Sen yokken bakışların vardı
Beynime kazınmış
Nereye baksam oradaydılar,
Ben seni sensiz sevdim..
Göremesem de, rüyamdaydın,
Sevmesen de, kalbimin derinliklerindeydin
Ve kimse seni oradan çıkaramayacak.
Sen bile!
Ben seni sensiz sevdim...
Sen olmasan da, hayalin vardı,
Sen olmasan da, şarkılar vardı;
Seni hatırlatan...
Sen olmasan da, her dakika aklımdaydın.
Ben seni sensiz sevdim...
Sen olmasan da,yıldızlar vardı,
Sen olmasan da,bulutlar vardı,
Sen olmasan da,günbatımları vardı,
Sen olmasan da,denizler vardı...
Ben seni sensiz sevdim...
Aslında sen hep vardın,
Aynı şehirde,aynı sokakta,
“Ben sevdanın oturduğu sokakta oturuyorum”ama;
Ben seni sensiz sevdim...
Ne olurdu sende beni sevseydin?
Ne olurdu bu kadar gözyaşı dökmeseydim?
Ama inanıyorum ki sen uyandıracaksın beni,
Hani kıyamet koptuğunda...
Ben seni sensiz sevdim...
Neden sevdim bilmiyorum ama çok sevdim!!!
07-10-2000
M.Ahsen SAKAREİSOĞLU
korkuyorum sevmekten
Her gün yanında olamamaktan korkuyorum
Sesini duyamamaktan
Seni görünce, sana alışmaktan da korkuyorum
Nedense sensizlikten de korkuyorum
Bir gün hoşça kal demenden
İstemesem de;
Bir gün, bir gül gibi
İçimde solmandan korkuyorum
Hafızamda bırakacağın hatıralardan
Hatıralardan kaçamamaktan
Adını unutamamaktan korkuyorum
Ah be güzelim;
Ben seni sevmekten korkuyorum.
Benimkisi sadece bir sevda
Göz yaşlarımla söndüremediğim
Korkularımı yenemediğim
Söyleyemediğim
Fakat, kendimi tükettiğim
Ve beni;
Yedi kat yerin dibine sokan
Utandıran, korkutan
An be an içimi yakan
Cesaretsiz bir sevdan
Bu nasıl bir sevda ?
Anlayamıyorum
Ah be güzelim;
Ben seni sevmekten korkuyorum.
Biliyor musun;
Aklımdan hiç çıkmıyorsun.
Sen benim;
İmkansızlar bahçesinden koparttığım
Edâlı gülümsün.
Hiçbir zaman koklayamayacağım
Adını söylerken burkulacağım
Sevmekten hep korkacağım
Fakat, ömrüm boyunca unutmayacağım
Edâlı gülümsün.
Ah be güzelim;
Aslında sen benim,
Kendi ömrümsün
MKÖ
Sesini duyamamaktan
Seni görünce, sana alışmaktan da korkuyorum
Nedense sensizlikten de korkuyorum
Bir gün hoşça kal demenden
İstemesem de;
Bir gün, bir gül gibi
İçimde solmandan korkuyorum
Hafızamda bırakacağın hatıralardan
Hatıralardan kaçamamaktan
Adını unutamamaktan korkuyorum
Ah be güzelim;
Ben seni sevmekten korkuyorum.
Benimkisi sadece bir sevda
Göz yaşlarımla söndüremediğim
Korkularımı yenemediğim
Söyleyemediğim
Fakat, kendimi tükettiğim
Ve beni;
Yedi kat yerin dibine sokan
Utandıran, korkutan
An be an içimi yakan
Cesaretsiz bir sevdan
Bu nasıl bir sevda ?
Anlayamıyorum
Ah be güzelim;
Ben seni sevmekten korkuyorum.
Biliyor musun;
Aklımdan hiç çıkmıyorsun.
Sen benim;
İmkansızlar bahçesinden koparttığım
Edâlı gülümsün.
Hiçbir zaman koklayamayacağım
Adını söylerken burkulacağım
Sevmekten hep korkacağım
Fakat, ömrüm boyunca unutmayacağım
Edâlı gülümsün.
Ah be güzelim;
Aslında sen benim,
Kendi ömrümsün
MKÖ
sen aklıma gelince
Çıksam,
Çıkıp gitsem uzaklara,
Burdan çok uzaklara,
Yine yanımdasın ya, burkulur içim..
Hani sen gider gidersin de
Evler,köyler durur ya orda,
Akşamsa kuşlar göçer,
Işıkları yanar evlerin,
Bir hüzün çöker ya hani
Karanlık iner dağlara..
Buğulanır gözlerim,burkulur içim..
Kaçsam,
Kaçıp bağırsam dağlara,
Feryadım yine sen olursun ya,
Burkulur içim...
Hani bağırsan da çıkmaz sesin
Uyansam bitse bu karabasan dersin,
Bir gülüş, bir dokunuş arar yüreğin..
Uyanır bakarım yoksun,
Boğulur sesim...
Girsem,
Girip yıkansam sulara,
Buz gibi denizlerde yanar,
Etim cayır cayır seni bağırır ya
Burkulur işte o zaman içim...
Aksini görüp sularda
Sarılır kucaklarım hayalini...
Koşsam,
Koşup karışsam kalabalığa,
Gürültülü, cıvıl cıvıl,
Işıl ışıl vitrinler
Gidenler gelenler.
Telaşlı koşarak yürüsem,
Sanki bir yere yetişecekmişim,
Aceleymiş işim,
Bekleyenim varmış gibi hani...
İçim burkulur yine
Sen gelirsin aklıma.
Ayaklarım ağırlaşır gitmez...
Buluşurmuşuz seninle
Dediğimiz yer ve saatte.
Özlermişiz,
Elele yürür gülüşürmüşüz.
Çok şeyimiz olurmuş konuşacak,
Kimseyi görmezmiş gözlerimiz.
Dünya durur, seyreder
Yollarımız gül olurmuş ya hani,
Dertler tasalar biter,
Simit alır yermişiz
Dilenciye para verirmişiz hani,
İçim burkulur, burkulur içim...
Kalksam,
Kalkıp sofralar kursam,
Mumları yaksam, donatsam,
Herkesi çağırıp toplasam
Sen gelirsin yine aklıma
Burkulur içim...
Hani çok açmışız da
Güle oynaya iştahla
Bağıra çağıra, döke saça yer,
'' Bugün neler oldu neler '' diye
Hepbir ağızdan konuşurmuşuz ya...
Bir sessizlik boynunu büker,
Yemekler tatsız tuzsuz olur,
Kurur ekmek, lokmalar büyür.
Çınlar tabak çatal
Sessizlik ölüm olur
Dağıtmak için pusu
Sözler diken olur,
Sofra küser,
Gönüller alıngan olur...
İçim burkulur burkulur...
Düşsem,
Düşüp yatsam yataklara,
Sen gelirsin yine aklıma...
Hani çocukmuşuz, hasta olmuşuz
Gözlerimiz baygın, buğulu
Yanaklarımız al al, ateşli,
Dışarda oyunlar oynanır neşeli
Kalkamaz yataktan
Kesiliriz ya iştahtan hani...
Öyle işte, boynum bükülür
Sen gelirsin aklıma öksüz, yalnız
Bakarım camdan, yoksun
Burkulur içim....
Ölsem,
Ölüp gitsem mesela,
Nasıl öldüğümü bilmeden, aniden.
Sen gelirsin aklıma yine...
Hani ölmüşüm de
Sevdiklerim, sevmediklerim,
Üzgün, ağlamaklı herkes.
İyiliğim, güzelliğim, bahtsızlığım,
Pişmanlıklar, keşkeler, feryatlar..
Ürpertiler rüzgarla karışık,
Sessiz dualarla örtülür ya toprak...
İçim burkulur, üzülürüm..
Ölüp gittiğime değil de
Seni burda yapayalnız, bensiz
Koyup gittiğime yanar, yanar içim...
Sen aklıma gelince
Sessizce akar süzülür gözyaşım.
Sevdiğim, yoldaşım, aşkım...
Burkulur yanar içim...
23.03.2005 Ankara
Nurdan Ünsal
Çıkıp gitsem uzaklara,
Burdan çok uzaklara,
Yine yanımdasın ya, burkulur içim..
Hani sen gider gidersin de
Evler,köyler durur ya orda,
Akşamsa kuşlar göçer,
Işıkları yanar evlerin,
Bir hüzün çöker ya hani
Karanlık iner dağlara..
Buğulanır gözlerim,burkulur içim..
Kaçsam,
Kaçıp bağırsam dağlara,
Feryadım yine sen olursun ya,
Burkulur içim...
Hani bağırsan da çıkmaz sesin
Uyansam bitse bu karabasan dersin,
Bir gülüş, bir dokunuş arar yüreğin..
Uyanır bakarım yoksun,
Boğulur sesim...
Girsem,
Girip yıkansam sulara,
Buz gibi denizlerde yanar,
Etim cayır cayır seni bağırır ya
Burkulur işte o zaman içim...
Aksini görüp sularda
Sarılır kucaklarım hayalini...
Koşsam,
Koşup karışsam kalabalığa,
Gürültülü, cıvıl cıvıl,
Işıl ışıl vitrinler
Gidenler gelenler.
Telaşlı koşarak yürüsem,
Sanki bir yere yetişecekmişim,
Aceleymiş işim,
Bekleyenim varmış gibi hani...
İçim burkulur yine
Sen gelirsin aklıma.
Ayaklarım ağırlaşır gitmez...
Buluşurmuşuz seninle
Dediğimiz yer ve saatte.
Özlermişiz,
Elele yürür gülüşürmüşüz.
Çok şeyimiz olurmuş konuşacak,
Kimseyi görmezmiş gözlerimiz.
Dünya durur, seyreder
Yollarımız gül olurmuş ya hani,
Dertler tasalar biter,
Simit alır yermişiz
Dilenciye para verirmişiz hani,
İçim burkulur, burkulur içim...
Kalksam,
Kalkıp sofralar kursam,
Mumları yaksam, donatsam,
Herkesi çağırıp toplasam
Sen gelirsin yine aklıma
Burkulur içim...
Hani çok açmışız da
Güle oynaya iştahla
Bağıra çağıra, döke saça yer,
'' Bugün neler oldu neler '' diye
Hepbir ağızdan konuşurmuşuz ya...
Bir sessizlik boynunu büker,
Yemekler tatsız tuzsuz olur,
Kurur ekmek, lokmalar büyür.
Çınlar tabak çatal
Sessizlik ölüm olur
Dağıtmak için pusu
Sözler diken olur,
Sofra küser,
Gönüller alıngan olur...
İçim burkulur burkulur...
Düşsem,
Düşüp yatsam yataklara,
Sen gelirsin yine aklıma...
Hani çocukmuşuz, hasta olmuşuz
Gözlerimiz baygın, buğulu
Yanaklarımız al al, ateşli,
Dışarda oyunlar oynanır neşeli
Kalkamaz yataktan
Kesiliriz ya iştahtan hani...
Öyle işte, boynum bükülür
Sen gelirsin aklıma öksüz, yalnız
Bakarım camdan, yoksun
Burkulur içim....
Ölsem,
Ölüp gitsem mesela,
Nasıl öldüğümü bilmeden, aniden.
Sen gelirsin aklıma yine...
Hani ölmüşüm de
Sevdiklerim, sevmediklerim,
Üzgün, ağlamaklı herkes.
İyiliğim, güzelliğim, bahtsızlığım,
Pişmanlıklar, keşkeler, feryatlar..
Ürpertiler rüzgarla karışık,
Sessiz dualarla örtülür ya toprak...
İçim burkulur, üzülürüm..
Ölüp gittiğime değil de
Seni burda yapayalnız, bensiz
Koyup gittiğime yanar, yanar içim...
Sen aklıma gelince
Sessizce akar süzülür gözyaşım.
Sevdiğim, yoldaşım, aşkım...
Burkulur yanar içim...
23.03.2005 Ankara
Nurdan Ünsal
8 Eylül 2009 Salı
Düş Kırıklığı
Düş Kırıklığı
Yanlış adreslere uzanmak mı
Hüznü yoğunlastıran
Etkisi azalan sevgiler mi
Yiten ne anlmıyorum
Sen bulup bulup kaybettiğim sevdam
Bu giz ne
Kar yağıyor yüreğime
Üşüyorum..
Yanlış yazılmış öyküler mi
Saklıyor güneşimi
Kimsesizlikten mi ürperiyor yüreğim
Solan ne göremiyorum
Sen güzelliğine doyamadığım şehir
Bu surat ne
Çiçekler bekliyorken
Ölü kuşlar konuyor ellerime
Korkuyorum..
-alıntı-
Yanlış adreslere uzanmak mı
Hüznü yoğunlastıran
Etkisi azalan sevgiler mi
Yiten ne anlmıyorum
Sen bulup bulup kaybettiğim sevdam
Bu giz ne
Kar yağıyor yüreğime
Üşüyorum..
Yanlış yazılmış öyküler mi
Saklıyor güneşimi
Kimsesizlikten mi ürperiyor yüreğim
Solan ne göremiyorum
Sen güzelliğine doyamadığım şehir
Bu surat ne
Çiçekler bekliyorken
Ölü kuşlar konuyor ellerime
Korkuyorum..
-alıntı-
31 Ağustos 2009 Pazartesi
ANNE SAÇLARIM NEREDE ?
“Ben bu hastaneden çıkınca yaşadıklarımı yazacağım” diyen lösemi hastasını kızının yapamadığını acılı anne Nurşen İnce yaptı.
Bundan 4 yıl önce lösemi hastası kızını kaybeden otuz yedi yaşındaki genç anne Nurşen İnce’nin Tuğçe’si için verdiği yaşam mücadelesi herkese ders olacak nitelikte.
Eşinden boşanan ve bundan kısa bir süre sonra on bir yaşındaki kızının hastalığı ile tanışan anne Perşembeli Nurşen İnce, “Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde acı gerçeği öğrendik. Ben hastalıkla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Bu zor dönemde dokuz ay birbirimize destek olduk.” diyor.
4 Aralık 2004’te kızını kaybeden ve ancak dört yıl sonra kızının hastalığını kitaplaştırabilen azimli anne Nurşen İnce’nin en büyük isteği, annelerin bu hastalık hakkında bilgi sahibi olmaları. Hastalığın ne zaman nerede yakalayacağının belli olmadığını dile getiren anne; “Çok cahildim. Bu hastalıkla ilgili biraz bilgim olsaydı kızıma hastalığı döneminde daha farklı yardımcı olacaktım. Benden sonraki anneler daha bilinçli olsunlar diye hastalıkla ilgili bütün bildiklerime kitabımda değindim.” dedi.
‘’ Ben De Turuncu Saçlı Kız Olacağım’’
Kızı Tuğçe ile hastanede Burçak Çerezcioğlu’nu anlatan ‘’Mavi Saçlı Kız’’ adlı kitabı okuduklarını ve Tuğçe’nin kendisine ‘ anne ben de bir gün buradan çıkacağım ve anılarımı anlatan bir kitap yazacağım. Adı da turunu saçlı kız olacak’ dediğini gözyaşlarını tutamayarak anlatan Nurşen İnce kitabı yazmam da bunun da büyük bir rolü var diye konuştu.
Kızını kaybettikten iki yıl sonra notlarını kâğıtlara yazmaya başlayan anne Nurşen İnce; ‘’ Ortaokulu dışarıdan bitirmiş biriyim. Bu nedenle yazım ile ilgili kaygılarım büyüktü. Fakat Tuğçemin bunu çok istediğini bildiğim için direndim ve ortaya ‘’Anne Saçlarım Nerede?’’ isimli kitap çıktı’’ ifadelerini kullandı.
Kitabı bir arkadaşı aracılığı ile bastırdığını dile getiren Nurşen İnce ‘’Orduluyum. Kitap ilk olarak 1000 adet basıldı. Gelirinin tamamen lösemili çocuklar için kullanılacağı bu kitabı öncelikle hemşerilerimin okumalarını ve lösemiyi bilmelerini istiyorum’’ diyor.
Edinim: sekerportakali@windowslive.com
Ordu Çağrı Kitapevi, Bilgi Kitapevi ile Perşembe Kültür Kitapevi
Aydan Baskı Evi / Nisan 2008 Ankara
Mehmet Kuvvet
ALINTI
Bundan 4 yıl önce lösemi hastası kızını kaybeden otuz yedi yaşındaki genç anne Nurşen İnce’nin Tuğçe’si için verdiği yaşam mücadelesi herkese ders olacak nitelikte.
Eşinden boşanan ve bundan kısa bir süre sonra on bir yaşındaki kızının hastalığı ile tanışan anne Perşembeli Nurşen İnce, “Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde acı gerçeği öğrendik. Ben hastalıkla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Bu zor dönemde dokuz ay birbirimize destek olduk.” diyor.
4 Aralık 2004’te kızını kaybeden ve ancak dört yıl sonra kızının hastalığını kitaplaştırabilen azimli anne Nurşen İnce’nin en büyük isteği, annelerin bu hastalık hakkında bilgi sahibi olmaları. Hastalığın ne zaman nerede yakalayacağının belli olmadığını dile getiren anne; “Çok cahildim. Bu hastalıkla ilgili biraz bilgim olsaydı kızıma hastalığı döneminde daha farklı yardımcı olacaktım. Benden sonraki anneler daha bilinçli olsunlar diye hastalıkla ilgili bütün bildiklerime kitabımda değindim.” dedi.
‘’ Ben De Turuncu Saçlı Kız Olacağım’’
Kızı Tuğçe ile hastanede Burçak Çerezcioğlu’nu anlatan ‘’Mavi Saçlı Kız’’ adlı kitabı okuduklarını ve Tuğçe’nin kendisine ‘ anne ben de bir gün buradan çıkacağım ve anılarımı anlatan bir kitap yazacağım. Adı da turunu saçlı kız olacak’ dediğini gözyaşlarını tutamayarak anlatan Nurşen İnce kitabı yazmam da bunun da büyük bir rolü var diye konuştu.
Kızını kaybettikten iki yıl sonra notlarını kâğıtlara yazmaya başlayan anne Nurşen İnce; ‘’ Ortaokulu dışarıdan bitirmiş biriyim. Bu nedenle yazım ile ilgili kaygılarım büyüktü. Fakat Tuğçemin bunu çok istediğini bildiğim için direndim ve ortaya ‘’Anne Saçlarım Nerede?’’ isimli kitap çıktı’’ ifadelerini kullandı.
Kitabı bir arkadaşı aracılığı ile bastırdığını dile getiren Nurşen İnce ‘’Orduluyum. Kitap ilk olarak 1000 adet basıldı. Gelirinin tamamen lösemili çocuklar için kullanılacağı bu kitabı öncelikle hemşerilerimin okumalarını ve lösemiyi bilmelerini istiyorum’’ diyor.
Edinim: sekerportakali@windowslive.com
Ordu Çağrı Kitapevi, Bilgi Kitapevi ile Perşembe Kültür Kitapevi
Aydan Baskı Evi / Nisan 2008 Ankara
Mehmet Kuvvet
ALINTI
Sevmek Dediğin
Sevmek Dediğin
Yaşamak dediğin nedir
Bir dertten, bir tasadan ibaret
Sevmek dediğin nedir
Bir gülmek, bir ağlamaktan ibaret
Sevmek de sevilmek de birdir
Bir gönüldeyse eğer
Bir sevda buldunsa uğruna ölmeğe değer
Dert de kalmaz tasa da
İşte o zaman bu dünya sevilmeye değer
Mutsuzluk, umutsuzluk, yıkılmak değil
Sebebin sevdadır, yıkılmak değil
Ağlatsa da bir zaman güldürecektir
Sakın unutma seven daima sevilecektir…
Nurten Nur Kakışım
Yaşamak dediğin nedir
Bir dertten, bir tasadan ibaret
Sevmek dediğin nedir
Bir gülmek, bir ağlamaktan ibaret
Sevmek de sevilmek de birdir
Bir gönüldeyse eğer
Bir sevda buldunsa uğruna ölmeğe değer
Dert de kalmaz tasa da
İşte o zaman bu dünya sevilmeye değer
Mutsuzluk, umutsuzluk, yıkılmak değil
Sebebin sevdadır, yıkılmak değil
Ağlatsa da bir zaman güldürecektir
Sakın unutma seven daima sevilecektir…
Nurten Nur Kakışım
Ortaya Karışık Yorgun Yıllar
bana adını sorsalardı
ta kendisi derdim yaşamın
ne yazık şifresi ellerinde kırıldı hayatımın
oysa dün akşamdı
çimler aşk kokuyordu sere serpe
kum döküyordu sancılı dalgalarla bu arada deniz
ve balıklar boş şişelerde boğuluyordu aşktan habersiz
sen;
hem burnumun dibi hem erişilmezim
hem hiçliğim hem her şeyim
hem çözülmez denklemim hem vazgeçilmezimdin
meğer ülkemin doğusu gibiymiş yüreğinin toprağı
bilemedim
bir nefes bir tek nefes almaktı niyetim
serin dallarına tutunarak
yara bere içinde kalıp savruldum bir anda
tepetakla yuvarlanarak
şimdi çiçeğe durmak varken taşlı tarlalarda
çiçeğe durup serpilmek varken hayatın ortasına
hayal de olsa başköşeye kurulup sofralarda
hep ilk mektup tadıyla saklı kalmak isterken damakta
bir son mektupla
dalı budaktan ayıran satırlar düştü avuçlarıma
kırıldı bade ezildi sevda dağıldı sofra
gül deminde değilim artık
bana yazılmamış bu sevda bilirim
düştü bir kere hırkası yüreğimin
artık çiçek de açmaz saçlarım bilirim
avuç avuç kar topluyor çünkü içim
artık ne güne kucak açar
ne çiçeğe durur toprak
kendine hiç acımadan
döker allı yeşilli yaprağını
yavaş yavaş kurur yaşamak
seçme şansım olsaydı eğer
seçerdim e- hiçbiri şıkkını elbette
ne bırakıp seni yaban ellere
göz yumardım başka diyarlarda yeşermene
ne de sessiz kalırdım hayatın can çekişmesine
sırf bu yüzden sevdiğim
sırf bu yüzden
süresiz nadasa bıraktım yüreğimi
bir`e yüz verecekken
ahh benim feri sönmüş yüreğim
sırmaları tel tel olmuş yüreğim;
senin neyine aynalara inanmak
o eskidendi sevdiğine tutmak
sana düşer mi sanıyordun
yeniden yeniden doğmak
gittin
buz kesti evin içi
üşümesin diye yüreğim
kanımda kış uykusuna yatırdım sevgilim seni
Ocak/2009 – ‘Yorgun Yıllar’ Armağanı
Nazlıhan HASKÖYLÜ
bana adını sorsalardı
ta kendisi derdim yaşamın
ne yazık şifresi ellerinde kırıldı hayatımın
oysa dün akşamdı
çimler aşk kokuyordu sere serpe
kum döküyordu sancılı dalgalarla bu arada deniz
ve balıklar boş şişelerde boğuluyordu aşktan habersiz
sen;
hem burnumun dibi hem erişilmezim
hem hiçliğim hem her şeyim
hem çözülmez denklemim hem vazgeçilmezimdin
meğer ülkemin doğusu gibiymiş yüreğinin toprağı
bilemedim
bir nefes bir tek nefes almaktı niyetim
serin dallarına tutunarak
yara bere içinde kalıp savruldum bir anda
tepetakla yuvarlanarak
şimdi çiçeğe durmak varken taşlı tarlalarda
çiçeğe durup serpilmek varken hayatın ortasına
hayal de olsa başköşeye kurulup sofralarda
hep ilk mektup tadıyla saklı kalmak isterken damakta
bir son mektupla
dalı budaktan ayıran satırlar düştü avuçlarıma
kırıldı bade ezildi sevda dağıldı sofra
gül deminde değilim artık
bana yazılmamış bu sevda bilirim
düştü bir kere hırkası yüreğimin
artık çiçek de açmaz saçlarım bilirim
avuç avuç kar topluyor çünkü içim
artık ne güne kucak açar
ne çiçeğe durur toprak
kendine hiç acımadan
döker allı yeşilli yaprağını
yavaş yavaş kurur yaşamak
seçme şansım olsaydı eğer
seçerdim e- hiçbiri şıkkını elbette
ne bırakıp seni yaban ellere
göz yumardım başka diyarlarda yeşermene
ne de sessiz kalırdım hayatın can çekişmesine
sırf bu yüzden sevdiğim
sırf bu yüzden
süresiz nadasa bıraktım yüreğimi
bir`e yüz verecekken
ahh benim feri sönmüş yüreğim
sırmaları tel tel olmuş yüreğim;
senin neyine aynalara inanmak
o eskidendi sevdiğine tutmak
sana düşer mi sanıyordun
yeniden yeniden doğmak
gittin
buz kesti evin içi
üşümesin diye yüreğim
kanımda kış uykusuna yatırdım sevgilim seni
Ocak/2009 – ‘Yorgun Yıllar’ Armağanı
Nazlıhan HASKÖYLÜ
Güneş Üşüyor
Güneş Üşüyor
yaşarken sensizliğin karanlığında
gözyaşım yağmur olup yere düşüyor
sen inanmasan bile gerçek budur bir tanem
sensizliğe akan gözyaşımla güneş üşüyor...
ardından boynu bükük bırakıp da giderken
görmedin halimi hiç, dünyam titriyor
volkanda lavlar gibi sıcaktır yaşım
yere düşen her damlacık ile güneş üşüyor...
sımsıcak bakışların bir mazi oldu
hatıranla beslenen bu can eriyor
mızrap gönül telime soğuk vursa da
hasretinin koyu sıcağında güneş üşüyor...
Metin Kaya İLHAN
yaşarken sensizliğin karanlığında
gözyaşım yağmur olup yere düşüyor
sen inanmasan bile gerçek budur bir tanem
sensizliğe akan gözyaşımla güneş üşüyor...
ardından boynu bükük bırakıp da giderken
görmedin halimi hiç, dünyam titriyor
volkanda lavlar gibi sıcaktır yaşım
yere düşen her damlacık ile güneş üşüyor...
sımsıcak bakışların bir mazi oldu
hatıranla beslenen bu can eriyor
mızrap gönül telime soğuk vursa da
hasretinin koyu sıcağında güneş üşüyor...
Metin Kaya İLHAN
Dürüstlük Bir Erdem`dir Bilene
Dürüstlük Bir Erdem`dir Bilene
Dürüstlük erdemdir bilene
Söz söylenmez bundan sonra
Dostluğunu bir kalemde silene
Dostluk kisvesinde gizlenip
Arkadan vurup yüze gülene
Ne demeli bilmem ki
Sahte kokan sözlere
İçi başka dışı başka
Sahip sahte özlere
Kendi gibi zannetmesin kimse
Herkes maske içinde
Dostlukları gerçek ise
İspat gerek bizlere
Yüreğinde mertlik varsa
Hodri meydan çık düze
Gerçek ise ispat eyle yüz yüze
Yokk! Bütün her şey yalan ise
Nedir bunca tantana
Yalan dolan dedikodu
Dolaşıyor meydanda
İçi dışı fitne fesat baksana
Gerçek dostluk bu değildir arkadaş
İnsan olan alet olmaz şeytana
Fiske kadar zarar gelse
Canı yanar üzülür
Dostlar için elbet canlar verilir
Dürüst olan bürünmez asla
Sözde dostluk postuna
Canı gibi aziz bilir
Bilir bilmez laf söylemez dostuna
Bütün bunlar insan olup anlayanlara
Anlamayan varsa toslasınlar duvara
Böyle kendini bilmezlerden
Bizleri Mevla’m kayıra
Halide Selcan Karagül
Dürüstlük erdemdir bilene
Söz söylenmez bundan sonra
Dostluğunu bir kalemde silene
Dostluk kisvesinde gizlenip
Arkadan vurup yüze gülene
Ne demeli bilmem ki
Sahte kokan sözlere
İçi başka dışı başka
Sahip sahte özlere
Kendi gibi zannetmesin kimse
Herkes maske içinde
Dostlukları gerçek ise
İspat gerek bizlere
Yüreğinde mertlik varsa
Hodri meydan çık düze
Gerçek ise ispat eyle yüz yüze
Yokk! Bütün her şey yalan ise
Nedir bunca tantana
Yalan dolan dedikodu
Dolaşıyor meydanda
İçi dışı fitne fesat baksana
Gerçek dostluk bu değildir arkadaş
İnsan olan alet olmaz şeytana
Fiske kadar zarar gelse
Canı yanar üzülür
Dostlar için elbet canlar verilir
Dürüst olan bürünmez asla
Sözde dostluk postuna
Canı gibi aziz bilir
Bilir bilmez laf söylemez dostuna
Bütün bunlar insan olup anlayanlara
Anlamayan varsa toslasınlar duvara
Böyle kendini bilmezlerden
Bizleri Mevla’m kayıra
Halide Selcan Karagül
AB-I NİSAN
AB -I NİSAN
gözyaşıyla yoğrulmuş
bizim mayamız
ağlamadık günü
biz yaşadık saymayız
olamadık gamsız
bunu eksiklik biliriz
ıslak gözlerimizi
hem siler hem güleriz
ab- ı nisan
mayıs çiçekleri getirirmiş
avurtlarımız da
mor menekşeler açar
yağmur damlalarında
gizlenir yalnızlıklarımız
ağladıkça gözlerimiz
yağdıkça gönlümüz ıslanır
İlhan Sağlam
gözyaşıyla yoğrulmuş
bizim mayamız
ağlamadık günü
biz yaşadık saymayız
olamadık gamsız
bunu eksiklik biliriz
ıslak gözlerimizi
hem siler hem güleriz
ab- ı nisan
mayıs çiçekleri getirirmiş
avurtlarımız da
mor menekşeler açar
yağmur damlalarında
gizlenir yalnızlıklarımız
ağladıkça gözlerimiz
yağdıkça gönlümüz ıslanır
İlhan Sağlam
ABBAS ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ
Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her yedek subaya emir eri verilmektedir.
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker.Abbas oğlu Abbas..Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas..Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp:
Abbas oğlu Abbas Emret Komutan! der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
Nerelisin?
Memleket Mardin, kaza Midyat Komutan
Sen benim emir erim olur musun?
Sen bilir Komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı ` ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar. Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı`nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.
Akşamları olunca Cahit Sıtkı`nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı. Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif geçesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar:
Sen İstanbul ` u bilir misin Abbas?
Bilir Komutanım.
Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
Bilir Komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
Orada benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
Elbet Komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
Ben İstanbul’a gidecek Komutan!
Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır. Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme döker!
Haydi, Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş ` tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı Tarancı
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker.Abbas oğlu Abbas..Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas..Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp:
Abbas oğlu Abbas Emret Komutan! der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
Nerelisin?
Memleket Mardin, kaza Midyat Komutan
Sen benim emir erim olur musun?
Sen bilir Komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı ` ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar. Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı`nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.
Akşamları olunca Cahit Sıtkı`nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı. Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif geçesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar:
Sen İstanbul ` u bilir misin Abbas?
Bilir Komutanım.
Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
Bilir Komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
Orada benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
Elbet Komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
Ben İstanbul’a gidecek Komutan!
Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır. Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme döker!
Haydi, Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş ` tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı Tarancı
renksiz hayaller
Rüyalar görürdüm ben, gökkuşağı gibi renkli ve kedersiz; ama artık rüyalarım renksiz.yaşattıkların kadar siyah, gözlerim kadar fersiz...
artık sabahları tebessümle açmıyorum gözlerimi.aynaya bakmadan da hissedebiliyorum ıslak kirpiklerimi.yorganlara sarılmak geçirmiyor sensizliğin doğurduğu üşüme hissini.sensiz çok mutsuz geçiriyorum her saniyeyi.aslında senleyken de bir şey fark etmiyordu ki...gene aynı mutsuzluk, gene aynı yalnızlık ve gene aynı üşüme hissi...
artık hiç uyumak istemiyorum...belki rüyamda seni görürüm diyerek neşeyle yattığım yataktan,şimdi kaçıyorum; çünkü rüyamda seni değil yaptıklarını ve ağlayan aşkımı görüyorum.yemyeşil yerlerin yerinde simsiyah çöller buluyorum.gülen bir surat yok artık ağlayan gözler var... o ağlayan gözlere sahip o mutsuz kız da hep ben oluyorum...sonunda bu renksiz rüyadan yine ağlayarak uyanıyorum...
ben uyumaktan korkuyorum...ben renksiz rüyalar görmek istemiyorum..ağlayarak uyanmaktan yoruldum...mutlu olmak nasıl bir histi unuttum.kaçıp kurtulmak istediğim her şey peşimde sanki...sen peşimden getiriyorsun korkup kaçtığım her şeyi... ben en başta senden kaçıyorum...sana ait olan her şeyden...
önce kalbimi aldın benden...sonra ruhumu, benliğimi...yavaş yavaş gücümü, mutluluğumu emdin.sonra umutlarıma geldi sıra ve ardından hayaller,renkler....rüyalarımı renksiz bıraktın en sonunda.siyah beyaz filme döndü her şey, tek bir farklı noktayla...bizim filmimiz de bitiyor ama kötü sonla...
al bütün renkler senin olsun.sen de kalsın hepsi istemiyorum.hatta rüyalarımın kendisini de al umursamıyorum...
ben sadece gözlerimi huzurla kapatabilmek istiyorum...ben sadece sensizliği istiyorum...
alıntı
artık sabahları tebessümle açmıyorum gözlerimi.aynaya bakmadan da hissedebiliyorum ıslak kirpiklerimi.yorganlara sarılmak geçirmiyor sensizliğin doğurduğu üşüme hissini.sensiz çok mutsuz geçiriyorum her saniyeyi.aslında senleyken de bir şey fark etmiyordu ki...gene aynı mutsuzluk, gene aynı yalnızlık ve gene aynı üşüme hissi...
artık hiç uyumak istemiyorum...belki rüyamda seni görürüm diyerek neşeyle yattığım yataktan,şimdi kaçıyorum; çünkü rüyamda seni değil yaptıklarını ve ağlayan aşkımı görüyorum.yemyeşil yerlerin yerinde simsiyah çöller buluyorum.gülen bir surat yok artık ağlayan gözler var... o ağlayan gözlere sahip o mutsuz kız da hep ben oluyorum...sonunda bu renksiz rüyadan yine ağlayarak uyanıyorum...
ben uyumaktan korkuyorum...ben renksiz rüyalar görmek istemiyorum..ağlayarak uyanmaktan yoruldum...mutlu olmak nasıl bir histi unuttum.kaçıp kurtulmak istediğim her şey peşimde sanki...sen peşimden getiriyorsun korkup kaçtığım her şeyi... ben en başta senden kaçıyorum...sana ait olan her şeyden...
önce kalbimi aldın benden...sonra ruhumu, benliğimi...yavaş yavaş gücümü, mutluluğumu emdin.sonra umutlarıma geldi sıra ve ardından hayaller,renkler....rüyalarımı renksiz bıraktın en sonunda.siyah beyaz filme döndü her şey, tek bir farklı noktayla...bizim filmimiz de bitiyor ama kötü sonla...
al bütün renkler senin olsun.sen de kalsın hepsi istemiyorum.hatta rüyalarımın kendisini de al umursamıyorum...
ben sadece gözlerimi huzurla kapatabilmek istiyorum...ben sadece sensizliği istiyorum...
alıntı
Evde yalnız Kalmanın Yalın Kuruluğu
Evde yalnız Kalmanın Yalın Kuruluğu
Bakın gözlerim kocaman. Dalında kurumuş kalmış, muzdarip iki böğürtlen misali şimdi gözlerim: renksiz, zavallı. Guatrım yüzünden pörtlediler, yuvalarından fırlayıverdiler, utanmaz adiler. Saçlarımsa nefes alamayacak kadar kısa, hem uğraşacak zamanım ve hevesim de yok ki... Boyatmadım bir telini dahi. Kendi rengidir koyu kahverengi, yani en sık rastlanan saç rengi yapmam. İncecik dudaklarımın neresine süreyim? Düğün-dernek olduğunda sürerim, o da usulden. Aynaya bir tek sabahları, işe gitmeden evvel bakarım. Hafif ıslatıp, zaten düz olan saçlarımı, dişleri dökülmüş yaşlı tarağımla tararım. Tarağın bıkkınlığı saçlarıma yerleşir, gün boyu bozulmadan, kafama tünemişçesine durur saçlarım. Kulaklarımı küçükken annem deldirmiş kız olduğum anlaşılsın diye. Erkek çocukları gibi traşlı kafamın uzantısı o miniminnacık bedenimle, fırlamanın tekiymişim. Şimdi ise o fırlamalığımdan zerre kalmamış. Annem beni komşulara anlatırken, Beni eritti peşinden koştururken, bütün enerjisini de o zaman harcamış herhal. Şimdi de kaldır kaldırabilirsen yerinden... Hep bıkkın, hep yorgun. Miskin ayol bu! İçi geçmiş, içi... Nazar değdi dedik, kurşun döktürüp okuttuk, bana mısın demedi. Kurşun döktürüyoruz bir heyecanla, belki üstünden ağırlık kalkar, ferahlar da kendine gelir diye. Anacım bir de baktık, kurşunu dökerken uyuyakalmış. Yapmadığımız şey kalmadı, ben de böyle kabullendim artık. Bu çocuğun karakteri böyle, n`apalım böyle yazılmış.
O kadar zor ki, inanmadığın yollarda yürümek... O kadar zor ki, topallayarak da olsa koşmak zorunda kalmak... Kaçmak da, teslim olmak da o kadar zor ki! Ben mi? Ben önce kaçtım toplumun isteklerinden, saklandım. Sonra... Sonra yakalamalarına gerek kalmadı, çünkü ben teslim oldum: dedikodulara, iftiralara, kara kuru arkamdan yapılan fısıltılara...
Evlenmek de neymiş dedim hep. Evlenmek bana göre değildi. Annemin dediği gibi işte: ben miskindim. Bırak bir çocuk sahibi olmayı; elin adamına yemek de yapamazdım, dişi kuşlar gibi mutlu mutlu ötüp yuvamı da kuramazdım. Ben yalnızlığın ince-keskin ucunu seçmiştim, tabi bana ayrılan kısmında... Ya da benim kendime ayırdığım kısımda desek daha doğru olur. Önceleri işten erkek arkadaşlarım vardı yanımda. Yemeğe çıkardık öğle aralarında, bir iki iltifat ederlerdi, böylelikle kendime seçtiğim yalnızlıkta süzülen hoş kokulara dönüşürdü iltifatlar. Hayran bakışlarından tatmin olurdum, e tabi bu da bana yeterdi. Ancak zamanla, hepsi eşlerini bulup, matrak konuşmalarını yaptılar. Benimle evlenir misin?
Yalnızdım. Bu, tek kelimeden ibaret olup, hayatımı kaplayan koca bir cümle... İstenilen hayat yaşanmıyor herzaman. Kabul ediyorum, ben tembelim. Kanım bile yavaş akıyor, bunu hissedebiliyorum. Ancak diğer insanlardan tek farkım, bir iş yapıyormuş gibi gözükmüyor olmam. Yani bir anlamda, dürüstüm. Olduğum gibiyim işte. Açık, tiril tiril, yalınkat... Göründüğüm gibiyim.
Yaş 35... Kız kurusu adaylığını aşıp, asil kuru mertebesine yükseldiğimde, dedikodular tavan yapmıştı artık. Asılsız dedikoduları geçtim, mahalledeki komşularımızın engin hayal gücünü keşfettim. Yok efendim bakire olmadığım için evlenemiyormuşum da, kısır olduğum için beni istemiyorlarmış da... Bir ara kafamda bit olduğunu bile duydum başka başka ağızlardan. Ne hikmetse o ara kafam çok kaşındı.
Annemle kalıyordum. Bir çocuğun ruhu, okşayışın şekillendirdiği ıslak kil parçası gibi... Yaşlı anneciğimin ruhuysa; teni kadar çatlak patlak, kupkuru bir ağaç gövdesinden ibaret. Ağzından dökülen sözler, kaşları gibi çatık. Memnuniyetsiz, halsiz, renksiz... Bazen bir çocuğa bakmak daha kolay olurdu diye düşünüyorum. En korkuncu da bunları düşünürken duyduğum pişmanlığın yüreğimde yarattığı ağrı...
Aşk... Aşk mı? Çok aşk romanı okudum. Galiba aşkı ordaki gibi aradım hep. Ne kadar da efsunluydu anlatılanlar... Böyle bir aşk yaşayacağımın hayalini kurup, sevinçten ağlardım. O düşlerin huzuru, ibadetle eş değerdi diyebilirim. Okulda bulamadım. Lisede bütün erkekler, sivilceli horoza dönüştüler. Üniversiteyi kazanamayınca da işe girdim. Ekmek, ele kendiliğinden gelip yerleşmiyor. İş arkadaşlarım arasında aradığımı bulamadım. Tembelliğim, yüreğime pes ettirdi. Vazgeçtim aramaktan. Bir an bile aşksız evlilik düşünmedim. Sonradan tanıdığın bir adamla evlenmek, gerdeğe girmek... Ay ne ayıp şu düşündüklerim şimdi! Ama haksız mıyım? Bir adam gecenin bilinmez karanlığında gelip yanına yatıyor. Ağır kokan soluğuyla yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldayacak belki. Tam saçına elini atıyor, saçtan çok kıl parmaklarında. Gecenin o bilinmez karanlığında, bilinmese ne olacak artık sen biliyorsun ya o kıvırcık kıvırcık usulca yanaşıveren göğüs kıllarını, dudağını sertçe kavrayan bıyıklı, fırça dudağını, koltukaltının burundelen, sivri kokusunu... Bunlar yeterli.
Aşık olmak demek, bunları görememek demek; oysa sevmek demek, bunları görmemezlikten gelmek demek... Ben o kadar fedakarlık için çok tembelim. Biliyorum, tüm bunları yaşamaktan korkuyorum. Tüm şu anlatılanlar teferruat. Ama ben hayatımda yalın, yalnız, yalnızca ama yalnızca yalnızlığın kokusuna razıyım.
alıntı
Bakın gözlerim kocaman. Dalında kurumuş kalmış, muzdarip iki böğürtlen misali şimdi gözlerim: renksiz, zavallı. Guatrım yüzünden pörtlediler, yuvalarından fırlayıverdiler, utanmaz adiler. Saçlarımsa nefes alamayacak kadar kısa, hem uğraşacak zamanım ve hevesim de yok ki... Boyatmadım bir telini dahi. Kendi rengidir koyu kahverengi, yani en sık rastlanan saç rengi yapmam. İncecik dudaklarımın neresine süreyim? Düğün-dernek olduğunda sürerim, o da usulden. Aynaya bir tek sabahları, işe gitmeden evvel bakarım. Hafif ıslatıp, zaten düz olan saçlarımı, dişleri dökülmüş yaşlı tarağımla tararım. Tarağın bıkkınlığı saçlarıma yerleşir, gün boyu bozulmadan, kafama tünemişçesine durur saçlarım. Kulaklarımı küçükken annem deldirmiş kız olduğum anlaşılsın diye. Erkek çocukları gibi traşlı kafamın uzantısı o miniminnacık bedenimle, fırlamanın tekiymişim. Şimdi ise o fırlamalığımdan zerre kalmamış. Annem beni komşulara anlatırken, Beni eritti peşinden koştururken, bütün enerjisini de o zaman harcamış herhal. Şimdi de kaldır kaldırabilirsen yerinden... Hep bıkkın, hep yorgun. Miskin ayol bu! İçi geçmiş, içi... Nazar değdi dedik, kurşun döktürüp okuttuk, bana mısın demedi. Kurşun döktürüyoruz bir heyecanla, belki üstünden ağırlık kalkar, ferahlar da kendine gelir diye. Anacım bir de baktık, kurşunu dökerken uyuyakalmış. Yapmadığımız şey kalmadı, ben de böyle kabullendim artık. Bu çocuğun karakteri böyle, n`apalım böyle yazılmış.
O kadar zor ki, inanmadığın yollarda yürümek... O kadar zor ki, topallayarak da olsa koşmak zorunda kalmak... Kaçmak da, teslim olmak da o kadar zor ki! Ben mi? Ben önce kaçtım toplumun isteklerinden, saklandım. Sonra... Sonra yakalamalarına gerek kalmadı, çünkü ben teslim oldum: dedikodulara, iftiralara, kara kuru arkamdan yapılan fısıltılara...
Evlenmek de neymiş dedim hep. Evlenmek bana göre değildi. Annemin dediği gibi işte: ben miskindim. Bırak bir çocuk sahibi olmayı; elin adamına yemek de yapamazdım, dişi kuşlar gibi mutlu mutlu ötüp yuvamı da kuramazdım. Ben yalnızlığın ince-keskin ucunu seçmiştim, tabi bana ayrılan kısmında... Ya da benim kendime ayırdığım kısımda desek daha doğru olur. Önceleri işten erkek arkadaşlarım vardı yanımda. Yemeğe çıkardık öğle aralarında, bir iki iltifat ederlerdi, böylelikle kendime seçtiğim yalnızlıkta süzülen hoş kokulara dönüşürdü iltifatlar. Hayran bakışlarından tatmin olurdum, e tabi bu da bana yeterdi. Ancak zamanla, hepsi eşlerini bulup, matrak konuşmalarını yaptılar. Benimle evlenir misin?
Yalnızdım. Bu, tek kelimeden ibaret olup, hayatımı kaplayan koca bir cümle... İstenilen hayat yaşanmıyor herzaman. Kabul ediyorum, ben tembelim. Kanım bile yavaş akıyor, bunu hissedebiliyorum. Ancak diğer insanlardan tek farkım, bir iş yapıyormuş gibi gözükmüyor olmam. Yani bir anlamda, dürüstüm. Olduğum gibiyim işte. Açık, tiril tiril, yalınkat... Göründüğüm gibiyim.
Yaş 35... Kız kurusu adaylığını aşıp, asil kuru mertebesine yükseldiğimde, dedikodular tavan yapmıştı artık. Asılsız dedikoduları geçtim, mahalledeki komşularımızın engin hayal gücünü keşfettim. Yok efendim bakire olmadığım için evlenemiyormuşum da, kısır olduğum için beni istemiyorlarmış da... Bir ara kafamda bit olduğunu bile duydum başka başka ağızlardan. Ne hikmetse o ara kafam çok kaşındı.
Annemle kalıyordum. Bir çocuğun ruhu, okşayışın şekillendirdiği ıslak kil parçası gibi... Yaşlı anneciğimin ruhuysa; teni kadar çatlak patlak, kupkuru bir ağaç gövdesinden ibaret. Ağzından dökülen sözler, kaşları gibi çatık. Memnuniyetsiz, halsiz, renksiz... Bazen bir çocuğa bakmak daha kolay olurdu diye düşünüyorum. En korkuncu da bunları düşünürken duyduğum pişmanlığın yüreğimde yarattığı ağrı...
Aşk... Aşk mı? Çok aşk romanı okudum. Galiba aşkı ordaki gibi aradım hep. Ne kadar da efsunluydu anlatılanlar... Böyle bir aşk yaşayacağımın hayalini kurup, sevinçten ağlardım. O düşlerin huzuru, ibadetle eş değerdi diyebilirim. Okulda bulamadım. Lisede bütün erkekler, sivilceli horoza dönüştüler. Üniversiteyi kazanamayınca da işe girdim. Ekmek, ele kendiliğinden gelip yerleşmiyor. İş arkadaşlarım arasında aradığımı bulamadım. Tembelliğim, yüreğime pes ettirdi. Vazgeçtim aramaktan. Bir an bile aşksız evlilik düşünmedim. Sonradan tanıdığın bir adamla evlenmek, gerdeğe girmek... Ay ne ayıp şu düşündüklerim şimdi! Ama haksız mıyım? Bir adam gecenin bilinmez karanlığında gelip yanına yatıyor. Ağır kokan soluğuyla yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldayacak belki. Tam saçına elini atıyor, saçtan çok kıl parmaklarında. Gecenin o bilinmez karanlığında, bilinmese ne olacak artık sen biliyorsun ya o kıvırcık kıvırcık usulca yanaşıveren göğüs kıllarını, dudağını sertçe kavrayan bıyıklı, fırça dudağını, koltukaltının burundelen, sivri kokusunu... Bunlar yeterli.
Aşık olmak demek, bunları görememek demek; oysa sevmek demek, bunları görmemezlikten gelmek demek... Ben o kadar fedakarlık için çok tembelim. Biliyorum, tüm bunları yaşamaktan korkuyorum. Tüm şu anlatılanlar teferruat. Ama ben hayatımda yalın, yalnız, yalnızca ama yalnızca yalnızlığın kokusuna razıyım.
alıntı
ordamısın
Orda Mısın?
Sihir mi yaptılar bize ne dersin?
Hani bizim güler yüzümüz, şefkatimiz, sevgimiz…
Arıyorum seni karanlık denizin dibinde.
Bulamıyorum seni orda mısın?
İnsanları birbirine yaklaştıran en güzel bağsın,
Her şeyi, herkesi birleştirip kaynaştıran bir yanardağsın
Arıyorum seni mavi gökyüzünde
Göremiyorum seni orda mısın?
Bütün kötülükler seninle eriyip kaybolup gider
İnanır mısın seni ne çok özlemişim ben.
Dinliyorum öten bülbüllerin sesini,
Duyamıyorum seni orda mısın?
Ben seni özlüyorum, yolunu gözlüyorum.
Hayallerimde artık görmek istemiyorum.
Bakıyorum kırdaki çiçeklere…
Koklamak istiyorum seni orda mısın?
Sen ata yadigârı en kutsal emanet,
Çık ortaya yeter artık! Hasretinle ölmeden.
Parlayan meşalemde sönmeyeceksin, elbet.
Nesilden nesillere olacaksın bir buket
Sen ey! Sevgi pınarım, huzur, sevinç, kaynağım.
Sevgim, saygım, hoşgörüm, adaletlim, sen misin?
A. Sait KAYAN
Sihir mi yaptılar bize ne dersin?
Hani bizim güler yüzümüz, şefkatimiz, sevgimiz…
Arıyorum seni karanlık denizin dibinde.
Bulamıyorum seni orda mısın?
İnsanları birbirine yaklaştıran en güzel bağsın,
Her şeyi, herkesi birleştirip kaynaştıran bir yanardağsın
Arıyorum seni mavi gökyüzünde
Göremiyorum seni orda mısın?
Bütün kötülükler seninle eriyip kaybolup gider
İnanır mısın seni ne çok özlemişim ben.
Dinliyorum öten bülbüllerin sesini,
Duyamıyorum seni orda mısın?
Ben seni özlüyorum, yolunu gözlüyorum.
Hayallerimde artık görmek istemiyorum.
Bakıyorum kırdaki çiçeklere…
Koklamak istiyorum seni orda mısın?
Sen ata yadigârı en kutsal emanet,
Çık ortaya yeter artık! Hasretinle ölmeden.
Parlayan meşalemde sönmeyeceksin, elbet.
Nesilden nesillere olacaksın bir buket
Sen ey! Sevgi pınarım, huzur, sevinç, kaynağım.
Sevgim, saygım, hoşgörüm, adaletlim, sen misin?
A. Sait KAYAN
gözlerimden yüzünü çıkar da al
öyle bir düğüm ki hiç çözülmüyor
gözyaşıyla bir kağıda yazılmıyor
öyle bir düşman ki hiç yenilmiyor
olmuyor kolsuz kanatsız uçulmuyor
gözlerimden yüzünü çıkar da al
aşk yalansa her mevsim sonbahar
yaşanacak daha bir ömür var
yıkılacak kalın bır duvar...
-alıntı-
gözyaşıyla bir kağıda yazılmıyor
öyle bir düşman ki hiç yenilmiyor
olmuyor kolsuz kanatsız uçulmuyor
gözlerimden yüzünü çıkar da al
aşk yalansa her mevsim sonbahar
yaşanacak daha bir ömür var
yıkılacak kalın bır duvar...
-alıntı-
17 Ağustos 2009 Pazartesi
oturup benimle ağlar mısın?
Işığını yitirmiş bir yıldız olsam
gökyüzünde beni arar mısın?
dizlerimin ütüne yığılıp kaldığımda
üzülür müsün?
gelip sarılır mısın boynuma?
alır mısın koynuna üşüdüğümde?
yaralarımı bağlar mısın?
oturup benimle ağlar mısın?
çocuğunu yitirmiş bir baba
bastırırken ellerini,
acıyan yüreğinin üstüne.
dizlerine vururken umarsız
yanar mı seninde yüreğin?
acımı anlatsam dinler misin?
oturup benimle inler misin?
bulutlandığında gözlerim
gözlerimi siler misin?
içimde kanlı cam kırıklarıyla
titrerken gece kirpik uclarımda
hüzün koktuğunda pencereme vuran yağmur
seslensem sesimi duyar mısın?
alır mısın beni bu kıyıdan?
merhem olur musun yaralarıma
acılarımı sarar mısın?
alevimde yanar mısın?
bulutlandığında gözlerim
oturup benimle ağlar mısın?
yanar mı yüreğin seninde?
bir yetim ah! çektiğinde?
boyun büktüğünde kınalı bir çiçek
düşer misin canevime?
yanar mısın alevime?
üzülür müsün sende?
geceleri rüzgar inlediğinde!...
acılar kavururken yüreğimi
yüreğini yüreğime ekler misin?
titrer misin üzerime?
hastalandığımda yataklarda
başucumda bekler misin?
dinler misin acılarımı anlatsam?
ağlayıp benimle inler misin?
vakit gece olunca, gözlerim tavanda
çaresiz, hasta düşünce sıkıntılar içinde
bir yudum suya muhtac inleyince yatakta
arasam, sana ihtiyacım var desem kızar mısın?
gel bana son bir şiir yaz desem, yazar mısın?
öldüğümde ağlar mısın?
beni yüreğine saklar mısın?
ALINTI
gökyüzünde beni arar mısın?
dizlerimin ütüne yığılıp kaldığımda
üzülür müsün?
gelip sarılır mısın boynuma?
alır mısın koynuna üşüdüğümde?
yaralarımı bağlar mısın?
oturup benimle ağlar mısın?
çocuğunu yitirmiş bir baba
bastırırken ellerini,
acıyan yüreğinin üstüne.
dizlerine vururken umarsız
yanar mı seninde yüreğin?
acımı anlatsam dinler misin?
oturup benimle inler misin?
bulutlandığında gözlerim
gözlerimi siler misin?
içimde kanlı cam kırıklarıyla
titrerken gece kirpik uclarımda
hüzün koktuğunda pencereme vuran yağmur
seslensem sesimi duyar mısın?
alır mısın beni bu kıyıdan?
merhem olur musun yaralarıma
acılarımı sarar mısın?
alevimde yanar mısın?
bulutlandığında gözlerim
oturup benimle ağlar mısın?
yanar mı yüreğin seninde?
bir yetim ah! çektiğinde?
boyun büktüğünde kınalı bir çiçek
düşer misin canevime?
yanar mısın alevime?
üzülür müsün sende?
geceleri rüzgar inlediğinde!...
acılar kavururken yüreğimi
yüreğini yüreğime ekler misin?
titrer misin üzerime?
hastalandığımda yataklarda
başucumda bekler misin?
dinler misin acılarımı anlatsam?
ağlayıp benimle inler misin?
vakit gece olunca, gözlerim tavanda
çaresiz, hasta düşünce sıkıntılar içinde
bir yudum suya muhtac inleyince yatakta
arasam, sana ihtiyacım var desem kızar mısın?
gel bana son bir şiir yaz desem, yazar mısın?
öldüğümde ağlar mısın?
beni yüreğine saklar mısın?
ALINTI
7 Ağustos 2009 Cuma
ANNE KİMDİR / NEDİR?
--------------------------------------------------------------------------------
ANNE KİMDİR / NEDİR?
Bir erkek çocuğun kaleminden çıkmış ..
ANNE, dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır. Karşılıksız sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir! Ne kadar üzsen de 10 Dakika sonra seni affeden zarif bir memeli türüdür. yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan, kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır.meleğin süt verebilenidir.
Yarasın diye muhallebinin içine ciğer katarak çocuğuna yediren manyaklık derecesinde yaratıcıdır.Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir. kafayı çocuklarıyla bozmuş,göbek bağı kopsa da yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakar İnsan dişisidir. bulaşık, ütü, vb yaparken bile otomatik olarak çene çalan, kendi kendine konuşan, kadın dırdırı denen mereti erkeklere daha küçükten belletendir .
Yemek uzmanı, düzen insani, bilgili, kültürlü her şeyi bilen şahsiyettir. yavrularını yol tarafından değil, kaldırım tarafından yürütendir. Dizi dizi incidir lakin gerektiğinde laf sokma dalında da birincidir. sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde, 'amaaan ben sana daha güzelini bulurum' diyebilen komik bir karakterdir. 'Oğlum aradım yoktun. Bende mesaj atayım dedim sana. Gelince ara beni emi aslan evladım. Şapkasız çıkma o karda. Kara börülcem benim öptüm annen , şeklinde mesajlar atabilen, teknolojiyi ısrarla reddeden, kabullenemeyen, kafasına göre Yorumlayan bilişim düşmanıdır ..
*** AMA ... AMA dünyanın en güzel kucağına sahip, en güzel kokan, harikulade bir varlıktır . olmadık yerlerde iyi ki doğurmuşum Ulen seni!' diyen ve benim hatırıma benimle Freddy mercury dinleyen bir sabır ağacıdır. evlatlarını asla ayırmayan, aynı zamanda birbirinden koruyan güç abidesidir. evde bir yere uzandığınız an orada temizlik yapacağı tutan, temizlik konusunda kayışı kopardığından temizlikçi gelecek diye evi temizleyen balans ayarı kaçmış temizlik kaynağıdır.
Mutfakta yasayan, evde herkesi idare eden bir tür canlıdır. Sevginin güçlerini birleştirdiği sonsuz bakiredir !! oğlunun damat - kızının gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca,çocuğu gol atınca,çocuğu hasta olunca, çocuğu askere gidince, asmalı kabağı seyredince, Dolar yükselince velhasil buna benzer bir sürü şeye ağlayabilen, bu mesajı okurken duygulanıp - gözleri dolabilen,ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır. son kiiii üç dört; Uzakta dursa da yakın hissedilen, canı hep istenen, asla vazgeçilmeyen, dizinin dibinde olmak istenen, evlatların varlığını varlığına armağan edebileceği, *** ıslak - kuru AMA heeeep duygulu*** en önemlisi; kıçı başı oynamayan tek kadın modelidir...
ANNE SEVİLMEYE LAYIK TEK YARATIKTIR!...
ANNE KİMDİR / NEDİR?
Bir erkek çocuğun kaleminden çıkmış ..
ANNE, dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır. Karşılıksız sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir! Ne kadar üzsen de 10 Dakika sonra seni affeden zarif bir memeli türüdür. yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan, kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır.meleğin süt verebilenidir.
Yarasın diye muhallebinin içine ciğer katarak çocuğuna yediren manyaklık derecesinde yaratıcıdır.Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir. kafayı çocuklarıyla bozmuş,göbek bağı kopsa da yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakar İnsan dişisidir. bulaşık, ütü, vb yaparken bile otomatik olarak çene çalan, kendi kendine konuşan, kadın dırdırı denen mereti erkeklere daha küçükten belletendir .
Yemek uzmanı, düzen insani, bilgili, kültürlü her şeyi bilen şahsiyettir. yavrularını yol tarafından değil, kaldırım tarafından yürütendir. Dizi dizi incidir lakin gerektiğinde laf sokma dalında da birincidir. sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde, 'amaaan ben sana daha güzelini bulurum' diyebilen komik bir karakterdir. 'Oğlum aradım yoktun. Bende mesaj atayım dedim sana. Gelince ara beni emi aslan evladım. Şapkasız çıkma o karda. Kara börülcem benim öptüm annen , şeklinde mesajlar atabilen, teknolojiyi ısrarla reddeden, kabullenemeyen, kafasına göre Yorumlayan bilişim düşmanıdır ..
*** AMA ... AMA dünyanın en güzel kucağına sahip, en güzel kokan, harikulade bir varlıktır . olmadık yerlerde iyi ki doğurmuşum Ulen seni!' diyen ve benim hatırıma benimle Freddy mercury dinleyen bir sabır ağacıdır. evlatlarını asla ayırmayan, aynı zamanda birbirinden koruyan güç abidesidir. evde bir yere uzandığınız an orada temizlik yapacağı tutan, temizlik konusunda kayışı kopardığından temizlikçi gelecek diye evi temizleyen balans ayarı kaçmış temizlik kaynağıdır.
Mutfakta yasayan, evde herkesi idare eden bir tür canlıdır. Sevginin güçlerini birleştirdiği sonsuz bakiredir !! oğlunun damat - kızının gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca,çocuğu gol atınca,çocuğu hasta olunca, çocuğu askere gidince, asmalı kabağı seyredince, Dolar yükselince velhasil buna benzer bir sürü şeye ağlayabilen, bu mesajı okurken duygulanıp - gözleri dolabilen,ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır. son kiiii üç dört; Uzakta dursa da yakın hissedilen, canı hep istenen, asla vazgeçilmeyen, dizinin dibinde olmak istenen, evlatların varlığını varlığına armağan edebileceği, *** ıslak - kuru AMA heeeep duygulu*** en önemlisi; kıçı başı oynamayan tek kadın modelidir...
ANNE SEVİLMEYE LAYIK TEK YARATIKTIR!...
güzel dostlara dua
güzel dostlara dua
----------------------------
Gününü aydınlatacak ARZU
Arzularını güçlendirecek KUVVET
Kuvvetini yaratacak PARA
Parayı kazanacak FIRSAT
Fırsatları değerlendirecek AKIL
Aklı koruyacak SAĞLIK
Sağlığını sürdürecek MUTLULUK
Mutluluğu getirecek SEVGİ
versin.
Amiiiiinnnnn !!!
Haydi şimdi sen de bana ve en az bir kişiye daha dua et.
----------------------------
Gününü aydınlatacak ARZU
Arzularını güçlendirecek KUVVET
Kuvvetini yaratacak PARA
Parayı kazanacak FIRSAT
Fırsatları değerlendirecek AKIL
Aklı koruyacak SAĞLIK
Sağlığını sürdürecek MUTLULUK
Mutluluğu getirecek SEVGİ
versin.
Amiiiiinnnnn !!!
Haydi şimdi sen de bana ve en az bir kişiye daha dua et.
dinle
DİNLE
O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
Yolunda ölünecek dostlara...
Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'', '' dostuma'', demiş. ''Bu bacaklarla zor'' demişler. Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş.. Yolunda ölünecek dostlara...
--------------------------------------------------------------------------------
Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru:
1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır.
2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur.
3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebi, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir.
4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile.
5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor.
6. Birisi için dünyalara bedelsin.
7. Çok özel ve teksin düşüncesinde ki arkadaşlarını unutma
8. Varlığını bile bilmediğin biri sen i seviyor.
9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar.
10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. SANMA Kİ DERT SADECE SENDE VAR..
11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut.
Eğer sevgi dolu bir arkadaşsan bunu herkese gönder, sana gönderen de dahil.
Eğer geri alırsan demek ki gerçekten seviliyorsun. .
Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.
'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.'
HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI VE GÖRMEK İSTEDİĞİM İNSANLARA..
sevgilerimle
--------------------------------------------------------------------------------
--------------------------------------------------------------------------------
Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru:
1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır.
2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur.
3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebi, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir.
4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile.
5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor.
6. Birisi için dünyalara bedelsin.
7. Çok özel ve teksin düşüncesinde ki arkadaşlarını unutma
8. Varlığını bile bilmediğin biri sen i seviyor.
9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar.
10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. SANMA Kİ DERT SADECE SENDE VAR..
11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut.
Eğer sevgi dolu bir arkadaşsan bunu herkese gönder, sana gönderen de dahil.
Eğer geri alırsan demek ki gerçekten seviliyorsun. .
Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.
'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.'
HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI VE GÖRMEK İSTEDİĞİM İNSANLARA..
sevgilerimle
--------------------------------------------------------------------------------
5 DERS
Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en
iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve
orada
çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
'Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?'
Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen
hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde
falan
olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız
bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun
test sonuclarına
dahil olup olmadığını sordu.
'Tabii, dahil' dedi, Hocamız...
'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden
farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden
insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'
Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...
Dorothy idi.
İkinci Ders :
Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran
bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen,
bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.
geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir
beyazın bir
zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden
değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım.
Ayrılırken
ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı.
Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi,
armağanda...
'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç
yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti.
Kendime güvenimi
yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan
kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra
son nefesini
verdi.
Üçüncü Ders :
Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk
pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
'Çikolatalı pasta kaç para ?'
'50 Cent.'
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
'Peki, Dondurma Ne Kadar ?'
'35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri
vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne
kadar vakit
geçirebilirdi ki...
Çocuk parasını bir daha saydı ve
'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya
koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson
kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı
sanki akan gözyaşları temizleyecekti.
Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu..
Dördüncü Ders :
Yolumuzdaki Engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya
koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye
gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray
görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle
eleştirdi.Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz
tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına
sıkına itmeye
başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına
çekti.Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski
yerinde bir
kesenin durduğunu gördü.
Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde...
'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral.Köylü,
bü gün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.'
Beşinci Ders :
Önemli Olan Vermektir..
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam
şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı
hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın
mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş
yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu.
Küçük çocuk bir an
duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'Eğer kurtulacaksa, veririm
kanımı' dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve
gülümsüyordu.Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama
küçük çocuğun yüzü de
giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu :
'Hemen mi öleceğim ?'
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı
verip, öleceğini düşünüyordu.
iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve
orada
çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
'Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?'
Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen
hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde
falan
olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız
bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun
test sonuclarına
dahil olup olmadığını sordu.
'Tabii, dahil' dedi, Hocamız...
'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden
farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden
insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'
Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...
Dorothy idi.
İkinci Ders :
Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran
bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen,
bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.
geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir
beyazın bir
zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden
değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım.
Ayrılırken
ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı.
Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi,
armağanda...
'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç
yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti.
Kendime güvenimi
yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan
kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra
son nefesini
verdi.
Üçüncü Ders :
Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk
pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
'Çikolatalı pasta kaç para ?'
'50 Cent.'
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
'Peki, Dondurma Ne Kadar ?'
'35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri
vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne
kadar vakit
geçirebilirdi ki...
Çocuk parasını bir daha saydı ve
'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya
koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson
kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı
sanki akan gözyaşları temizleyecekti.
Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu..
Dördüncü Ders :
Yolumuzdaki Engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya
koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye
gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray
görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle
eleştirdi.Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz
tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına
sıkına itmeye
başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına
çekti.Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski
yerinde bir
kesenin durduğunu gördü.
Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde...
'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral.Köylü,
bü gün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.'
Beşinci Ders :
Önemli Olan Vermektir..
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam
şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı
hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın
mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş
yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu.
Küçük çocuk bir an
duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'Eğer kurtulacaksa, veririm
kanımı' dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve
gülümsüyordu.Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama
küçük çocuğun yüzü de
giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu :
'Hemen mi öleceğim ?'
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı
verip, öleceğini düşünüyordu.
5 Haziran 2009 Cuma
Korkular büyüttüm gecenin koynunda,
Korkular büyüttüm gecenin koynunda,
Düşlerimi ipe astım sahipsiz uçurumlarda.
Usul usul ezberledim yalnızlığı,
Yüzümün sol yanına vurdu rüzgar.
Bir sonbahar esti içimin sokaklarında,
Bir hayal yolumu kesti…
Duvarlar söktü beni bağrından,
Kaldırımlara düştü feryadım.
Susma öyle deli edercesine,
Bak nasıl da yakıştı ismime hazan !
Kelime buhranları yaşıyor ömrüm,
Susmak şimdi en acı mahkumiyet bana.
Kalemi kırılmış anılardan soylu yalnızlıklar çoğaltıyorum,
Sefil bir düş saçması oluyor rüyalarım.
Ben, uykusuz giriyorum sabaha,
Dişlerimin arasında ölüyor, söylenmeyi bekleyen tüm sözler.
Bir tren daha göçüyor içimden,
Ben bir durakta daha kayboluyorum.
Rehin alıyor zavallı düşüncelerimi,
Kıyılarıma iliştirdiğim zamansız ünlemler.
Bir soğuk daha düşüyor içime,
Bir his daha tükeniyor ömrümde.
Ayaklarıma yol değiyor, yine adımlarımda can kırıkları..
Suskunluğumu resmediyor aynalar,
Bir giz ele veriyor gözlerimi.
Öksüz düşler acıyor yangınımda.
Geçmişimi süslüyor sahipsiz çocuklar,
Karanlığa koşuyor kabuslarım.
Ürkek bir şarkı mırıldanıyor dudağım.
Kimliğim boğuluyor bulanık sularda,
Ömrüme ilişiyor kırık bir masal.
Uyku buhranlarından rüyalar çalıyorum,
Yastığımda can veriyor sabahlar…
Küskün bir veda bıraktı ardıma,
Yol boyu dönüp giden aşk!
Yaralarımda kırıklık, yüzümde ıslak bir ayrılık.
Suskun vakitler derledim sana,
Avazıma düştü adın.
Ben çoğaltıyorum nefesimi sen duymasan da,
Git gide tükense de sevda,
Ardınca düş, içimdeki sonsuzluğa….
Alıntı.
Düşlerimi ipe astım sahipsiz uçurumlarda.
Usul usul ezberledim yalnızlığı,
Yüzümün sol yanına vurdu rüzgar.
Bir sonbahar esti içimin sokaklarında,
Bir hayal yolumu kesti…
Duvarlar söktü beni bağrından,
Kaldırımlara düştü feryadım.
Susma öyle deli edercesine,
Bak nasıl da yakıştı ismime hazan !
Kelime buhranları yaşıyor ömrüm,
Susmak şimdi en acı mahkumiyet bana.
Kalemi kırılmış anılardan soylu yalnızlıklar çoğaltıyorum,
Sefil bir düş saçması oluyor rüyalarım.
Ben, uykusuz giriyorum sabaha,
Dişlerimin arasında ölüyor, söylenmeyi bekleyen tüm sözler.
Bir tren daha göçüyor içimden,
Ben bir durakta daha kayboluyorum.
Rehin alıyor zavallı düşüncelerimi,
Kıyılarıma iliştirdiğim zamansız ünlemler.
Bir soğuk daha düşüyor içime,
Bir his daha tükeniyor ömrümde.
Ayaklarıma yol değiyor, yine adımlarımda can kırıkları..
Suskunluğumu resmediyor aynalar,
Bir giz ele veriyor gözlerimi.
Öksüz düşler acıyor yangınımda.
Geçmişimi süslüyor sahipsiz çocuklar,
Karanlığa koşuyor kabuslarım.
Ürkek bir şarkı mırıldanıyor dudağım.
Kimliğim boğuluyor bulanık sularda,
Ömrüme ilişiyor kırık bir masal.
Uyku buhranlarından rüyalar çalıyorum,
Yastığımda can veriyor sabahlar…
Küskün bir veda bıraktı ardıma,
Yol boyu dönüp giden aşk!
Yaralarımda kırıklık, yüzümde ıslak bir ayrılık.
Suskun vakitler derledim sana,
Avazıma düştü adın.
Ben çoğaltıyorum nefesimi sen duymasan da,
Git gide tükense de sevda,
Ardınca düş, içimdeki sonsuzluğa….
Alıntı.
kal derim benden götürdüklerine
kal derim benden götürdüklerine
artık kaybımdır , senden gittiklerime...
sen gittin!
içimin acısını anlatamadım kimseye
ve hiç kimse yoktu dilimin altında
susmak bir çok şeyi anlatırdı
yalandı yani tüm sözler
ve sen susarak işledin bendeki tüm günahları
sen gittin!
bir cesetin ömrüne bıraktın yaşayamadıklarını
ve ekili hiç bir gülünü solduramadı zaman
''zaman geç'ti...
zaman geçmiş'miydi...
yüzünün eskiliği zamanın geçmişken'liğimiydi...
zaman aslında geçmezdi ,
geçen; eski doğan bebeklerdi!... ''
gecenin en şair yanını besledin içimde hep
oysa her sevişmende kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
bana sarılışın kaldı içime
sonra kurtulmak istercesine savuruşun
bilirsin sende
'istersen gitme' derim 'kal' diyemem ya sana
bu yüzden sana susar , içimde dil tazelerim
sen gittin!
her hikayeden bir rol kaptırdın ikimize
''sevenler ay'mıydı...
sevenler ayrılır'mıydı...
yüzünün eskiliği sevişmenin ayrı'calığımıydı...
seven aslında ayrılmazdı ,
ayrılan; kirlenen aşıklardı!...''
sevgilinin en uzak yanını besledin içimde hep
oysa her terk'inde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
aynalarda bitmişti rolüm
gecenin yeis düşlerinden çaldım yüzüme
ve sen sayfalarını temize çekerken aşkın
ben her gece kirlendim gözlerine
gururunu yitirdim umudumun
ve şuan hala içimdeysen
bunun suçlusumu aranmalı sence?
sen gittin!
ismini saçmaladığım bütün dillerden
vedalarla karşılık verdin ayrılığa
ve temmuzu doladın ayaklarıma
''özlem kal'dı...
özlem kalır'mıydı...
yüzünün eskiliği özlemlerin kalıntı'sımıydı...
özlem aslında kalmazdı ,
kalan; yar/sızım(dı)!...''
sayfaların en siyah yanını besledin içimde hep
oysa her kaleminde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
ve sen gittiğinde bile benim kadar dilsizdin...
bu kentte uçurumlar , intiharlar için evcilleştirilmişken
hangi darağacında vurdun gözyaşlarımı en kadın halinle
uzattığın her elde ittin beni kıyılara
oysa ne çok utanırdım ismini bile duysam
işte sırf bu yüzden ben seni her cümlenin öznesinde gizlerken
sen yeni harfler biriktirdin satırlarında üzerime devrilmeye emirli
bir cümlelik kaldın yanımda hep
kimseye yetmeyecek kadardın zaten
senden kiralık cinnetlerim, içimdeki boşluğun tesellisiydi
ve ben giderken yanımda bir seni istedim
sen yollarla seviştin beni kirletircesine
haklıydın oysa, her aşkın lekesi farklıydı
yazık bir itirafta saklıydı bütün sırların
küçük kız hikayesinden kaçan kadınlığınla
bütün hücrelerinde taşıdın dikenleri
biliyorum battıkça kanadın
sen gittin! kansızlığıma aldırmadın
düş'ün giden en aşk kadınıydın
tüm suskunluğunu kusup gittin
ve sen gittiğinde bile benim kadar dildizdin...
ölümün en az kullanılmış yanını besledin içimde hep
oysa her şizofren baharda kirlettiğin aşktı bilmedin...
bilirsin!
birgün gözümden düşersen
yerden yine ben toplarım kırıklarını...
hani belki gitmeseydin
bu kadar sevilmezdin
o yüzden kanamıyorum gittiğin için...
...ben şahadet ederim ki ; aşk'ın ispatıydı varlığın!
sen gittin!
ve senden sonra hiç kimse hiç bir dilde anlamadı beni...
ürkek düşlerime
en cesur düşlerinle düş
ben hazırım içinde erimeye!
...dilimde kal'dın!
yüzüme gül'dün!
içime düş'tün!
yanıma geç'tin!
sen bunları hiç bilmedin
olma düş'ü(mü)n gideni
sevgili...
artık kaybımdır , senden gittiklerime...
sen gittin!
içimin acısını anlatamadım kimseye
ve hiç kimse yoktu dilimin altında
susmak bir çok şeyi anlatırdı
yalandı yani tüm sözler
ve sen susarak işledin bendeki tüm günahları
sen gittin!
bir cesetin ömrüne bıraktın yaşayamadıklarını
ve ekili hiç bir gülünü solduramadı zaman
''zaman geç'ti...
zaman geçmiş'miydi...
yüzünün eskiliği zamanın geçmişken'liğimiydi...
zaman aslında geçmezdi ,
geçen; eski doğan bebeklerdi!... ''
gecenin en şair yanını besledin içimde hep
oysa her sevişmende kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
bana sarılışın kaldı içime
sonra kurtulmak istercesine savuruşun
bilirsin sende
'istersen gitme' derim 'kal' diyemem ya sana
bu yüzden sana susar , içimde dil tazelerim
sen gittin!
her hikayeden bir rol kaptırdın ikimize
''sevenler ay'mıydı...
sevenler ayrılır'mıydı...
yüzünün eskiliği sevişmenin ayrı'calığımıydı...
seven aslında ayrılmazdı ,
ayrılan; kirlenen aşıklardı!...''
sevgilinin en uzak yanını besledin içimde hep
oysa her terk'inde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
aynalarda bitmişti rolüm
gecenin yeis düşlerinden çaldım yüzüme
ve sen sayfalarını temize çekerken aşkın
ben her gece kirlendim gözlerine
gururunu yitirdim umudumun
ve şuan hala içimdeysen
bunun suçlusumu aranmalı sence?
sen gittin!
ismini saçmaladığım bütün dillerden
vedalarla karşılık verdin ayrılığa
ve temmuzu doladın ayaklarıma
''özlem kal'dı...
özlem kalır'mıydı...
yüzünün eskiliği özlemlerin kalıntı'sımıydı...
özlem aslında kalmazdı ,
kalan; yar/sızım(dı)!...''
sayfaların en siyah yanını besledin içimde hep
oysa her kaleminde kirlenen aşktı bilmedin...
sen gittin!
ve sen gittiğinde bile benim kadar dilsizdin...
bu kentte uçurumlar , intiharlar için evcilleştirilmişken
hangi darağacında vurdun gözyaşlarımı en kadın halinle
uzattığın her elde ittin beni kıyılara
oysa ne çok utanırdım ismini bile duysam
işte sırf bu yüzden ben seni her cümlenin öznesinde gizlerken
sen yeni harfler biriktirdin satırlarında üzerime devrilmeye emirli
bir cümlelik kaldın yanımda hep
kimseye yetmeyecek kadardın zaten
senden kiralık cinnetlerim, içimdeki boşluğun tesellisiydi
ve ben giderken yanımda bir seni istedim
sen yollarla seviştin beni kirletircesine
haklıydın oysa, her aşkın lekesi farklıydı
yazık bir itirafta saklıydı bütün sırların
küçük kız hikayesinden kaçan kadınlığınla
bütün hücrelerinde taşıdın dikenleri
biliyorum battıkça kanadın
sen gittin! kansızlığıma aldırmadın
düş'ün giden en aşk kadınıydın
tüm suskunluğunu kusup gittin
ve sen gittiğinde bile benim kadar dildizdin...
ölümün en az kullanılmış yanını besledin içimde hep
oysa her şizofren baharda kirlettiğin aşktı bilmedin...
bilirsin!
birgün gözümden düşersen
yerden yine ben toplarım kırıklarını...
hani belki gitmeseydin
bu kadar sevilmezdin
o yüzden kanamıyorum gittiğin için...
...ben şahadet ederim ki ; aşk'ın ispatıydı varlığın!
sen gittin!
ve senden sonra hiç kimse hiç bir dilde anlamadı beni...
ürkek düşlerime
en cesur düşlerinle düş
ben hazırım içinde erimeye!
...dilimde kal'dın!
yüzüme gül'dün!
içime düş'tün!
yanıma geç'tin!
sen bunları hiç bilmedin
olma düş'ü(mü)n gideni
sevgili...
Cebimde Saklı
Cebimde Saklı
sahilde oturmuş
seyrediyorum,
martıları
denizi
balıkçı teknelerini.
yaşadıklarımın hüznü
gördüklerimin
acısını yeniden hissederken içimde
yaşarmada gözlerim,
ve akan her damlayı
toplayarak mendilime
cebimde saklıyorum.
evet
cebimde saklı
gözlerimden tane tane süzülen
seksenli yıllara ait
her bir olayın hatırası.
26 Aralık 1981 İskenderun
Fahir Semir Abacı
sahilde oturmuş
seyrediyorum,
martıları
denizi
balıkçı teknelerini.
yaşadıklarımın hüznü
gördüklerimin
acısını yeniden hissederken içimde
yaşarmada gözlerim,
ve akan her damlayı
toplayarak mendilime
cebimde saklıyorum.
evet
cebimde saklı
gözlerimden tane tane süzülen
seksenli yıllara ait
her bir olayın hatırası.
26 Aralık 1981 İskenderun
Fahir Semir Abacı
Cebimde Bir Serce ölüsü
Cebimde Bir Serce ölüsü
Offf..!
Yahya’nın raks dediği olsa gerek
Şalsız, gülsüz, çıplak ayaklı
Ateş kuşları düşüyor yüreğime
Akşamın yangın renkli gözleriyle
Anasız çocuk çehresi gibi bakıyor bana İzmir
Hoşçakal demeden gidiyorum
Gelmişine geçmişine bu dünyanın
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Ahh..! Düş yüzlüm;
Gittin! Ne kıvırcık saçlarım var artık ne de pembe ayakkabılarım…
Uçurumun kenarındayım sevgili…Her şafak vakti martılar güne uyandığında ben tekrar intihar ediyorum …ama olmuyor, ölmeyi bile beceremiyorum sensiz. Biliyor musun artık saklayamıyorum. Adın her içimden geçtiğinde sarsıla sarsıla ağlıyorum. Film izlerken, şarkı dinlerken, en çok da makarna yerken… bıktım insanların ne oldu diye başıma toplanmalarından…Serçe öldüüü….Serçe öldü… diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sensizliğin kuyularına düşüp çamura bulanırken üstüm başım, çaresiz soruyorum. Neden bana elini uzatanların hiç biri sen değil. Görmüyor musun yüreğimin yırtıklarını…
Offf..!
Ben Yusuf sesli bir serçe avuntusuyum
Bu şehir aslında bir kuyu demedim mi
Masalımızda yorulurken şarkılar
Yolcuyum yolum Kerbela demedim mi
Şimdi koy ver beni bırak gideyim
Ağlama serçem gözünü seveyim
Bu yıldız senin olsun bak bu gece mavisi
Bırak aşkı ben Hüseyin’den öğreneyim
Yandım diyorum yandım gör halimi
Fatıma’nın sabrı olda
Çalkala doldur böğrüme şu denizi
Yoksa bu şehir yanacak,
Yanacak çocukların elleri
Ahh çıkmaz sokağım;
Kaç kez çarptım pencerene…Git! diyorsun ama senden başka adresim yok ki benim … Nereye gitsem yalnızlığımın kalabalığısın. Sensizliğin gürültüsü hep içimde..
İzmir kıskandığım şehir…Martılar tanır oldu kendime yabancı gölgemi. Seni anlatıyorum onlara. Biliyorlar sen yoksulu olduğumu. Konuşmasalar da anlıyorlar dilimden. Geçip gittiğin sokaklardaki ayak izlerine dokunuyorum. Topuklarım kanıyor…
Efkarla içtiğin sigaranı atarken denize yine öfkelisin. Dokunuyorum dudağından dökülen öfkeli kelimelerine, sonra bağrıma basıyorum onları. Kış rengi saçlarını okşuyorum. Neden siliyorsun gözlerini? Oturduğun taşın üstüne sinmiş kokun. Sana bulanıyorum yine. Ahh..! kimsesiz/im/liğim. Karışsam denizin tuzuna yeter mi? Kanımdaki seni durulamaya…
Biz seninle gece ve gündüz gibiydik birbirine yaslanan ama birbirine hiç kavuşamayan….Senden sonra tren vagonları hep ölü kuşları taşıyor…raylar geçiyor üzerimden sol yanım sağ yanımdan hep ayrı…hiçbir istasyonda yok yüzün…adını bilmiyor hiç kimse…hangi şehre gitsem yabancı…sadece ölü kuşlar tanıdık…ömrüm seni yaşadığım kadardı…ölümümse gidişin kadar…Ah uzağım…
Off…!
Uslanmadık iki derviş bir çölü sevdik
Bakıştık serap gibi yar gözünde kıbleye vardık
Baldıran içtik dilimizden şükre bulandık
Söyle bana aşkın diliyle söyle
Söyle öksüz bakışlım,bakışı nazlım
Can canan’ı cehennem gibi özlerse
Yunus’u cennetten geçiren
Beni senden geçirmez mi?
Ahh hüznüm;
Ah yarasını sevdiğim…Ben sana hiç veda edemedim ki. Her geri dönüşümde otobüsün camına adını yazarken, çarçabuk sildim gözlerimi yanımdakiler gözyaşlarımı görmesin diye…Senin yanından ayrılırken her seferinde bin kere daha öldüm. Ahh..! Ne vardı kucağında bir kere ölseydim.Kefene sardım düşlerimi defnettim. Yusuf’un kuyularına…salamı şiirlerin okusun…
Ne sıcaktı yüreğin. Dünyayı serçe parmağımla kaldırır bir tarafa atardım sana yaslanırken. Küçük omuzlarımda taşırdım bütün kuşları. Adın su gibi dökülürdü dilimden. Bilmediğim sokaklarda umarsızca gezerken bir sürü şey anlatırdım sana havadan sudan. Başım omzuna düşerken kayıp gitmenden korkardım avuçlarımdan. Sıkıca tutardım elini. Sıcaktın, yürektin, özlemdin…Hissederdim uykumda bile senin saçlarımı okşadığını Bunun adıydı aşk…Ruhunu saran her şeyi maviye boyayan bir masal…Hep ağlayarak dokunduk. Biliyorduk emanettik birbirimize…Kıyamet yakındı…Mahşer yeriydi içimiz ama konuşmuyorduk hiç…Ne duymaya ne de söylemeye cesaretimiz vardı…
Offf…!
Bir dağa bir denize vuruyorum kendimi
Parçalandıkça çoğalan bir efkar gibi
Kan revan içinde kanatlarım
Ya düşerse serçenin gözündeki gül
Sorularla hırpalanıyor dudaklarım
Bütün trenlerde senin yüzün
Bir ayrılık telaşı sarmış koşturuyor
Çeliğe kan bulaştı makinist kör bir maşuk
Gecenin rahmine soyunuyor günah gibi
Telsizlerde Allahu Ekber senin sözlerin
Ey..! hayatın ve aşkın sahibi
Ey..! ateş içinde gül veren ibrahim’e
Lokma ve hırkadan da geçtik gayrı
Sabr ver sevgiliye
Medet Ey..!
Ahh sancım;
Biliyorum! Ben hiç iyileşemeyeceğim. Her gün bir parçası daha düşüyor kangren olan ruhumun. Uff..! ben aslında bu fesleğen kokusu yüzünden ağlıyorum. Yoksa iyiyim. Ortalık yere dökülen anıları toplamaya çalışıyorum. Yine beceremiyorum, yığılıp kalıyorum oracığa. Saçlarım ellerimin arasında hıçkırıklara boğuluyorum.
Bu evde uyumak istiyorum ve de hiç uyanmamak…Biliyorum ben uyurken yine saçımı okşamaya geleceksin. Göz yaşın yanağıma bulaşacak. Açmayacağım gözümü, dudağımı ısıracağım yine anlama diye…Peki melekler neden bu kadar ağlıyor sevgili…onlarda mı yasta benim gibi…
Off..!
Kırlangıçlara gülleri öğreten yar
Karnının beyazında fesleğenler büyüten yar
Yokuşumda yorulma artık
Uzak denizlere çoktan geldi sonbahar
Senin gözyaşın benim yanağıma dökülsün
İçerim zemzem niyetine, dilimde acımış dualar
Sapla tırnaklarını ellerinle sök kalbimi
Bölüşürüm seninle sıcak bir ekmek gibi
Yeter ki gözünde bir gül kalsın
“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya”
Aşk yazsın sana Münker sağ yanına
Zemheride başımıza düşecek
Üç elması yok bu masalın
Yolcu yolunda,
Derviş çilede gerek
Kıvırcık saçların bana hatıra
Sana da bu kanlı, mavi gömlek
Ahh canımın son nefesi;
Bildiğim bütün duaları unuttum. Delik deşik ömrümden bir nefes daha çıkar mı? Bilmem. Her gece gelip bağdaş kurup oturuyorsun gecemin ortasına. Yatağım çöl, Yastığım göl… Açım, uykusuzum sana. Acıtarak yüreğimden bir parça bölüp gözlerine banıyorum. Lokmam yine boğazımda kalıyor. Avunmuyor hasretim.
Azad et artık beni sevgili. Ne olur azad et gün ışığından. Yoksun her hücrem siyah, parmak uçlarım hep kırağı…
Offf..!
Masalımda saklayamadığım
Hoşçakal demeden gidiyorum sana
Elim yüzüm hasret kesiği
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Eskiyen elleriyle çıngırağını sallıyor kıvırcık saçlı kız.…Gittiiiii..! Mavi gömlekli çocuk…gittiiii….daha da eskiyor elleri, daha da….
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
La ilahe İllallah
(alıntı)Şahan Çoker
Offf..!
Yahya’nın raks dediği olsa gerek
Şalsız, gülsüz, çıplak ayaklı
Ateş kuşları düşüyor yüreğime
Akşamın yangın renkli gözleriyle
Anasız çocuk çehresi gibi bakıyor bana İzmir
Hoşçakal demeden gidiyorum
Gelmişine geçmişine bu dünyanın
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Ahh..! Düş yüzlüm;
Gittin! Ne kıvırcık saçlarım var artık ne de pembe ayakkabılarım…
Uçurumun kenarındayım sevgili…Her şafak vakti martılar güne uyandığında ben tekrar intihar ediyorum …ama olmuyor, ölmeyi bile beceremiyorum sensiz. Biliyor musun artık saklayamıyorum. Adın her içimden geçtiğinde sarsıla sarsıla ağlıyorum. Film izlerken, şarkı dinlerken, en çok da makarna yerken… bıktım insanların ne oldu diye başıma toplanmalarından…Serçe öldüüü….Serçe öldü… diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sensizliğin kuyularına düşüp çamura bulanırken üstüm başım, çaresiz soruyorum. Neden bana elini uzatanların hiç biri sen değil. Görmüyor musun yüreğimin yırtıklarını…
Offf..!
Ben Yusuf sesli bir serçe avuntusuyum
Bu şehir aslında bir kuyu demedim mi
Masalımızda yorulurken şarkılar
Yolcuyum yolum Kerbela demedim mi
Şimdi koy ver beni bırak gideyim
Ağlama serçem gözünü seveyim
Bu yıldız senin olsun bak bu gece mavisi
Bırak aşkı ben Hüseyin’den öğreneyim
Yandım diyorum yandım gör halimi
Fatıma’nın sabrı olda
Çalkala doldur böğrüme şu denizi
Yoksa bu şehir yanacak,
Yanacak çocukların elleri
Ahh çıkmaz sokağım;
Kaç kez çarptım pencerene…Git! diyorsun ama senden başka adresim yok ki benim … Nereye gitsem yalnızlığımın kalabalığısın. Sensizliğin gürültüsü hep içimde..
İzmir kıskandığım şehir…Martılar tanır oldu kendime yabancı gölgemi. Seni anlatıyorum onlara. Biliyorlar sen yoksulu olduğumu. Konuşmasalar da anlıyorlar dilimden. Geçip gittiğin sokaklardaki ayak izlerine dokunuyorum. Topuklarım kanıyor…
Efkarla içtiğin sigaranı atarken denize yine öfkelisin. Dokunuyorum dudağından dökülen öfkeli kelimelerine, sonra bağrıma basıyorum onları. Kış rengi saçlarını okşuyorum. Neden siliyorsun gözlerini? Oturduğun taşın üstüne sinmiş kokun. Sana bulanıyorum yine. Ahh..! kimsesiz/im/liğim. Karışsam denizin tuzuna yeter mi? Kanımdaki seni durulamaya…
Biz seninle gece ve gündüz gibiydik birbirine yaslanan ama birbirine hiç kavuşamayan….Senden sonra tren vagonları hep ölü kuşları taşıyor…raylar geçiyor üzerimden sol yanım sağ yanımdan hep ayrı…hiçbir istasyonda yok yüzün…adını bilmiyor hiç kimse…hangi şehre gitsem yabancı…sadece ölü kuşlar tanıdık…ömrüm seni yaşadığım kadardı…ölümümse gidişin kadar…Ah uzağım…
Off…!
Uslanmadık iki derviş bir çölü sevdik
Bakıştık serap gibi yar gözünde kıbleye vardık
Baldıran içtik dilimizden şükre bulandık
Söyle bana aşkın diliyle söyle
Söyle öksüz bakışlım,bakışı nazlım
Can canan’ı cehennem gibi özlerse
Yunus’u cennetten geçiren
Beni senden geçirmez mi?
Ahh hüznüm;
Ah yarasını sevdiğim…Ben sana hiç veda edemedim ki. Her geri dönüşümde otobüsün camına adını yazarken, çarçabuk sildim gözlerimi yanımdakiler gözyaşlarımı görmesin diye…Senin yanından ayrılırken her seferinde bin kere daha öldüm. Ahh..! Ne vardı kucağında bir kere ölseydim.Kefene sardım düşlerimi defnettim. Yusuf’un kuyularına…salamı şiirlerin okusun…
Ne sıcaktı yüreğin. Dünyayı serçe parmağımla kaldırır bir tarafa atardım sana yaslanırken. Küçük omuzlarımda taşırdım bütün kuşları. Adın su gibi dökülürdü dilimden. Bilmediğim sokaklarda umarsızca gezerken bir sürü şey anlatırdım sana havadan sudan. Başım omzuna düşerken kayıp gitmenden korkardım avuçlarımdan. Sıkıca tutardım elini. Sıcaktın, yürektin, özlemdin…Hissederdim uykumda bile senin saçlarımı okşadığını Bunun adıydı aşk…Ruhunu saran her şeyi maviye boyayan bir masal…Hep ağlayarak dokunduk. Biliyorduk emanettik birbirimize…Kıyamet yakındı…Mahşer yeriydi içimiz ama konuşmuyorduk hiç…Ne duymaya ne de söylemeye cesaretimiz vardı…
Offf…!
Bir dağa bir denize vuruyorum kendimi
Parçalandıkça çoğalan bir efkar gibi
Kan revan içinde kanatlarım
Ya düşerse serçenin gözündeki gül
Sorularla hırpalanıyor dudaklarım
Bütün trenlerde senin yüzün
Bir ayrılık telaşı sarmış koşturuyor
Çeliğe kan bulaştı makinist kör bir maşuk
Gecenin rahmine soyunuyor günah gibi
Telsizlerde Allahu Ekber senin sözlerin
Ey..! hayatın ve aşkın sahibi
Ey..! ateş içinde gül veren ibrahim’e
Lokma ve hırkadan da geçtik gayrı
Sabr ver sevgiliye
Medet Ey..!
Ahh sancım;
Biliyorum! Ben hiç iyileşemeyeceğim. Her gün bir parçası daha düşüyor kangren olan ruhumun. Uff..! ben aslında bu fesleğen kokusu yüzünden ağlıyorum. Yoksa iyiyim. Ortalık yere dökülen anıları toplamaya çalışıyorum. Yine beceremiyorum, yığılıp kalıyorum oracığa. Saçlarım ellerimin arasında hıçkırıklara boğuluyorum.
Bu evde uyumak istiyorum ve de hiç uyanmamak…Biliyorum ben uyurken yine saçımı okşamaya geleceksin. Göz yaşın yanağıma bulaşacak. Açmayacağım gözümü, dudağımı ısıracağım yine anlama diye…Peki melekler neden bu kadar ağlıyor sevgili…onlarda mı yasta benim gibi…
Off..!
Kırlangıçlara gülleri öğreten yar
Karnının beyazında fesleğenler büyüten yar
Yokuşumda yorulma artık
Uzak denizlere çoktan geldi sonbahar
Senin gözyaşın benim yanağıma dökülsün
İçerim zemzem niyetine, dilimde acımış dualar
Sapla tırnaklarını ellerinle sök kalbimi
Bölüşürüm seninle sıcak bir ekmek gibi
Yeter ki gözünde bir gül kalsın
“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya”
Aşk yazsın sana Münker sağ yanına
Zemheride başımıza düşecek
Üç elması yok bu masalın
Yolcu yolunda,
Derviş çilede gerek
Kıvırcık saçların bana hatıra
Sana da bu kanlı, mavi gömlek
Ahh canımın son nefesi;
Bildiğim bütün duaları unuttum. Delik deşik ömrümden bir nefes daha çıkar mı? Bilmem. Her gece gelip bağdaş kurup oturuyorsun gecemin ortasına. Yatağım çöl, Yastığım göl… Açım, uykusuzum sana. Acıtarak yüreğimden bir parça bölüp gözlerine banıyorum. Lokmam yine boğazımda kalıyor. Avunmuyor hasretim.
Azad et artık beni sevgili. Ne olur azad et gün ışığından. Yoksun her hücrem siyah, parmak uçlarım hep kırağı…
Offf..!
Masalımda saklayamadığım
Hoşçakal demeden gidiyorum sana
Elim yüzüm hasret kesiği
Cebimde bir serçe ölüsü
Birde ucu yanık mektup
Gitme gülü/ver diyor
Ölmeseydim, gülü/verecektim diyor
Eskiyen elleriyle çıngırağını sallıyor kıvırcık saçlı kız.…Gittiiiii..! Mavi gömlekli çocuk…gittiiii….daha da eskiyor elleri, daha da….
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
Tövbe Estağfurullah
La ilahe İllallah
(alıntı)Şahan Çoker
KRALIN ŞAİRİ
KRALIN ŞAİRİ
Benliğim, mavi gökyüzü gibi,
Kaçıp gittiğinde bir yerlere;
Bir şimşek gibi doğuyor
Ve yaklaşıyorum ona.
Ey, gökyüzü!
Sevinçten nasıl da ses veriyorsun,
Bir düşünü anımsar gibi gülümsüyorsun.
Tüm İsveçli erkekler
Ve tarladaki bizler,
Öylece bırakıp sabanımızı,
Aşağıya koşup çağırdık;
Masamıza davet ettik o papazı.
Bir İngiliz öneride bulunuyor;
Büyük kral Karl’ın sevdiği şeyin,
Dürüstlük ve inanç olduğunu söylüyor.,
Öğreniyoruz, içimiz esenlik dolu,
Onun saf bir Hıristiyan olduğunu.
Ayakkabı gönderiyor bize
Ve her iki dilde yazılmış kutsal kitap,
Sevinç duyuyoruz bunlarla;
Okuma öğretme zamanı şimdi komşulara.
Bir düşün, şu andan söz ediyorum;
Cedrar’ın sözüne kulak ver!
Bakıyorum da ayaklarım,
Hiç olmadıkları kadar güç dolu;
Hiç olmadıkları kadar,
Çevik ve istekli.
Yurdundan çıkıp gelmiş,
Şimdi, o ağacın altında;
Sanki yabancı bir sahilde,
İyilik ve kötülük bir arada.
Yurtdışından gelmiş olsa da,
Tuhaf bir duruluk duygusu getirdi buraya;
Sanki bahçede,
Bir çiftçinin konuşması ya da
Gün batımında, horozların bağırması gibi.
Kim olduğumu bilmiyorum.
Düşüncelerim gölleri aşıp,
İsveç’in kuytularına gittiğinde;
İçimdeki güç,
Birden parlıyor
Ve halen yaşıyor.
Zaman geçmesine rağmen,
Doğduğum yere döndüğümde;
Fırtınaya rağmen,
Bir yelkenliye biniyorum.
Tüm akıntılara karşı,
Akıllı bir denizcinin,
Doğayla savaşımındaki gibi;
Kendimde, kuzeyin sanatının,
Yansımasını görüyorum.
Çocukluğumun geçtiği yerleri,
Görünce cesaretleniyorum
Ve şöyle söylüyorum:
Wermeland, sen ki tüm ülkelere ödülsün,
Sen istek dolusun;
Aşkın gerçek onuruyla dolu.
Sen öyle bir ülkesin ki,
Bir yeryüzü cennetisin.
Gözlerimizi kapatarak mı bakmalıyız,
Koyunların olduğu ağıla;
Kilisenin sunduğu,
Kurtuluşa giden o yola.
Öyle sevinçliyim ki,
Senin gibi bir kralım var!
Tanrı seni kutsasın, kral Karl;
Sonsuza dek,
Dünya yol aldıkça seni kutsasın!
Ama unutma,
Olmalı zenginlik inançla;
Gözlerin aradığı sürece,
Meyvasını sunsun Tanrı sana!
Günlerin yavaş geçsin,
Yılların güzel olsun,
Bedenini gizler gibi gizlenmiş askerler ormana;
Tüm korkularına karşın,
Öğretiyorsun sen,
Bir İsveçli gibi sevinmeyi
Ve onur duymayı onlara.
Dahlstierna
Benliğim, mavi gökyüzü gibi,
Kaçıp gittiğinde bir yerlere;
Bir şimşek gibi doğuyor
Ve yaklaşıyorum ona.
Ey, gökyüzü!
Sevinçten nasıl da ses veriyorsun,
Bir düşünü anımsar gibi gülümsüyorsun.
Tüm İsveçli erkekler
Ve tarladaki bizler,
Öylece bırakıp sabanımızı,
Aşağıya koşup çağırdık;
Masamıza davet ettik o papazı.
Bir İngiliz öneride bulunuyor;
Büyük kral Karl’ın sevdiği şeyin,
Dürüstlük ve inanç olduğunu söylüyor.,
Öğreniyoruz, içimiz esenlik dolu,
Onun saf bir Hıristiyan olduğunu.
Ayakkabı gönderiyor bize
Ve her iki dilde yazılmış kutsal kitap,
Sevinç duyuyoruz bunlarla;
Okuma öğretme zamanı şimdi komşulara.
Bir düşün, şu andan söz ediyorum;
Cedrar’ın sözüne kulak ver!
Bakıyorum da ayaklarım,
Hiç olmadıkları kadar güç dolu;
Hiç olmadıkları kadar,
Çevik ve istekli.
Yurdundan çıkıp gelmiş,
Şimdi, o ağacın altında;
Sanki yabancı bir sahilde,
İyilik ve kötülük bir arada.
Yurtdışından gelmiş olsa da,
Tuhaf bir duruluk duygusu getirdi buraya;
Sanki bahçede,
Bir çiftçinin konuşması ya da
Gün batımında, horozların bağırması gibi.
Kim olduğumu bilmiyorum.
Düşüncelerim gölleri aşıp,
İsveç’in kuytularına gittiğinde;
İçimdeki güç,
Birden parlıyor
Ve halen yaşıyor.
Zaman geçmesine rağmen,
Doğduğum yere döndüğümde;
Fırtınaya rağmen,
Bir yelkenliye biniyorum.
Tüm akıntılara karşı,
Akıllı bir denizcinin,
Doğayla savaşımındaki gibi;
Kendimde, kuzeyin sanatının,
Yansımasını görüyorum.
Çocukluğumun geçtiği yerleri,
Görünce cesaretleniyorum
Ve şöyle söylüyorum:
Wermeland, sen ki tüm ülkelere ödülsün,
Sen istek dolusun;
Aşkın gerçek onuruyla dolu.
Sen öyle bir ülkesin ki,
Bir yeryüzü cennetisin.
Gözlerimizi kapatarak mı bakmalıyız,
Koyunların olduğu ağıla;
Kilisenin sunduğu,
Kurtuluşa giden o yola.
Öyle sevinçliyim ki,
Senin gibi bir kralım var!
Tanrı seni kutsasın, kral Karl;
Sonsuza dek,
Dünya yol aldıkça seni kutsasın!
Ama unutma,
Olmalı zenginlik inançla;
Gözlerin aradığı sürece,
Meyvasını sunsun Tanrı sana!
Günlerin yavaş geçsin,
Yılların güzel olsun,
Bedenini gizler gibi gizlenmiş askerler ormana;
Tüm korkularına karşın,
Öğretiyorsun sen,
Bir İsveçli gibi sevinmeyi
Ve onur duymayı onlara.
Dahlstierna
SENİN GÖZLERİN ATEŞ, BENİM RUHUM AĞAÇ
SENİN GÖZLERİN ATEŞ, BENİM RUHUM AĞAÇ
Senin gözlerin ateş, benim ruhum ağaç sakızı ve ırmaklar.
Bir çıra gibi tutuşmadan, uzaklaş benden!
Kutusunda dünyanın tüm şarkıları saklı bir kemanım ben,
Çıkar şarkıları ve çal, nasıl ve hangisini istersen.
Beni bırak, ama dön bana! Hem yanmak hem serinlemek istiyorum
Ben tutku ve özlemim, hazan ile ilkyazın kavuşumdaki konuk.
Gerilsin teller, şarkı söylesin sarhoş ve çılgınca
Aşkla geçen yıllarım aşkına son bir şarkı işte kahkahalarla.
Beni bırak, ama dön bana! Bir hazan akşamı gibi yanalım;
Fırtınaların sevinci esip duruyorken içimizde-
Duruluncaya dek ve akşam karanlığı inerken gözden
...............................yitiyor adımlarınla
Ve sen, benimle gelen en son
.................................ateşli gençliğim aşkına.
Senin gözlerin ateş, benim ruhum ağaç sakızı ve ırmaklar.
Bir çıra gibi tutuşmadan, uzaklaş benden!
Kutusunda dünyanın tüm şarkıları saklı bir kemanım ben,
Çıkar şarkıları ve çal, nasıl ve hangisini istersen.
Beni bırak, ama dön bana! Hem yanmak hem serinlemek istiyorum
Ben tutku ve özlemim, hazan ile ilkyazın kavuşumdaki konuk.
Gerilsin teller, şarkı söylesin sarhoş ve çılgınca
Aşkla geçen yıllarım aşkına son bir şarkı işte kahkahalarla.
Beni bırak, ama dön bana! Bir hazan akşamı gibi yanalım;
Fırtınaların sevinci esip duruyorken içimizde-
Duruluncaya dek ve akşam karanlığı inerken gözden
...............................yitiyor adımlarınla
Ve sen, benimle gelen en son
.................................ateşli gençliğim aşkına.
isvec şiiri
FIRTINA
Ve ansızın yolcunun önüne çıktı
İhtiyar bir çınar bütün heybetiyle,
iri taçlarıyla, taşlaşmış bir geyik gibi
Yeşil kalesi önünde eylül denizinin.
Ey kuzey fırtınası,!
Şimdi böğürtlenlerin olma mevsimi.
Uyanık dur karanlıkta, dinle mahmuz
şıkırtılarını,
Ağaçların doruğunda esen yıldızların.
Tomas Tranströmer
Ve ansızın yolcunun önüne çıktı
İhtiyar bir çınar bütün heybetiyle,
iri taçlarıyla, taşlaşmış bir geyik gibi
Yeşil kalesi önünde eylül denizinin.
Ey kuzey fırtınası,!
Şimdi böğürtlenlerin olma mevsimi.
Uyanık dur karanlıkta, dinle mahmuz
şıkırtılarını,
Ağaçların doruğunda esen yıldızların.
Tomas Tranströmer
serce
Minicik, yuvarlak birkaç yakalayışımdı bakışları, saniyeden kısa süreli göz göze gelişlerimdi gözlerimi ayırmadan baktığımda. Tel kadar ince ayaklar üzerinde topacık, ufacık gövdesi, pır pır kanatlar, gözleri değil bir tek insanlara; masada, tabağa bakar. Tıp tıp atar yüreği, ayakları zıp zıp zıplar. Küçük kanat çırpışları havayı kovalar. Amaç gitmek değildir, uçmaktan yana değildir bu hazırlıklar…
Bir lütuftur masada alınması için bekleyen içinde çıtır çıtır kırıntılar. Sık sık gider bakışları; ayakları gidemez…Kırıntılar gözlerini boyar, tadını ağzında arar, küçük gagası oynar oynar.
Ne var ki ürkektir serçe, ha şimdi yiyecek yedi derken, en uzak bir hareketle çırpıverir kanatlarını yüksekçe bir yere…
Birkaç taneydiler baştan.
Yakındaki bir ağacın yaprakları arasından uçup geldiler. Hopladılar, cıvıldaştılar etrafta, ancak masaya konmaya cesaretli çıkmadı aralarında. Derken aniden diğerleri uçuverdi ama biri kaldı. Bakındı gidenlerin ardından birkaç sıçrayışla birlikte; küçücük başı sürekli etrafı kolladı. Gözlerim hep ondaydı. Güç vermek istedim, yüreğimi gönderdim ona “al,” dedim,
“Sana göz-kulak olacak hadi korkma!
Ben baktım, kimseler gelmiyor,
herkes kendi halinde.
Bir sen, bir ben…
Birlikteydim onunla. Bakışımdan cesaret ve yüreklilik, rahatlık ve huzur gönderdim. Endişelerini, korkularını seyreltmeye çalıştım. Gücümü ona yolladım. Bir anda onun da diğerleri gibi çabucak pes edip gideceği, asla aklıma gelmedi. Çünkü “ben” onunlaydım.
Beklediğim gibi, yüreğimle birlikte, o küçük minnacık can çıkmayı başardı masaya.
Yine küçük sıçrayışlar, kanat çırpışları, bakışlar…
“Hadi yüreğim, hadi serçem,
git artık tabağa,
git, zamanın daralıyor,
yeter artık tedirginliğin,
hadi yiyebilmelisin sen.
O kırıntılar senin için.
Hadi serçem git artık yanına , git…
Seninleyim.
Ben bakıyorum,
güvendesin.
“Aman Tanrı’m bu ne güzel bir zevk! Bu ne büyük bir zafer!
Bu kadar mutlu edebilir mi bir insanı, bir serçenin yemek adına , bir tabaktan biraz kırıntı toplaması!
Bu kadar güzel olabilir mi küçücük bir canın karnını doyurmasını yaşamak!
Hiç bu kadar hafifleyebilir mi bu kadar küçük kırıntılarla bir yürek.!
Bu kadar eritebilir mi insanın içini, her seferinde tabaktan bir şeyler toplayan küçük gaganın hareketleri! .
Mutluyum serçem!
Aynı senin gibiyim!
Benimle ne güzel yaşadın,
kabul ettin yüreğimi…
Böylece birlikte tattık
yaşamdan bu güzel, eşsiz lezzeti…
Yaşamımızda güzelliklere yer açabilmeye, sevgiyle...
ezgi ç.
Bir lütuftur masada alınması için bekleyen içinde çıtır çıtır kırıntılar. Sık sık gider bakışları; ayakları gidemez…Kırıntılar gözlerini boyar, tadını ağzında arar, küçük gagası oynar oynar.
Ne var ki ürkektir serçe, ha şimdi yiyecek yedi derken, en uzak bir hareketle çırpıverir kanatlarını yüksekçe bir yere…
Birkaç taneydiler baştan.
Yakındaki bir ağacın yaprakları arasından uçup geldiler. Hopladılar, cıvıldaştılar etrafta, ancak masaya konmaya cesaretli çıkmadı aralarında. Derken aniden diğerleri uçuverdi ama biri kaldı. Bakındı gidenlerin ardından birkaç sıçrayışla birlikte; küçücük başı sürekli etrafı kolladı. Gözlerim hep ondaydı. Güç vermek istedim, yüreğimi gönderdim ona “al,” dedim,
“Sana göz-kulak olacak hadi korkma!
Ben baktım, kimseler gelmiyor,
herkes kendi halinde.
Bir sen, bir ben…
Birlikteydim onunla. Bakışımdan cesaret ve yüreklilik, rahatlık ve huzur gönderdim. Endişelerini, korkularını seyreltmeye çalıştım. Gücümü ona yolladım. Bir anda onun da diğerleri gibi çabucak pes edip gideceği, asla aklıma gelmedi. Çünkü “ben” onunlaydım.
Beklediğim gibi, yüreğimle birlikte, o küçük minnacık can çıkmayı başardı masaya.
Yine küçük sıçrayışlar, kanat çırpışları, bakışlar…
“Hadi yüreğim, hadi serçem,
git artık tabağa,
git, zamanın daralıyor,
yeter artık tedirginliğin,
hadi yiyebilmelisin sen.
O kırıntılar senin için.
Hadi serçem git artık yanına , git…
Seninleyim.
Ben bakıyorum,
güvendesin.
“Aman Tanrı’m bu ne güzel bir zevk! Bu ne büyük bir zafer!
Bu kadar mutlu edebilir mi bir insanı, bir serçenin yemek adına , bir tabaktan biraz kırıntı toplaması!
Bu kadar güzel olabilir mi küçücük bir canın karnını doyurmasını yaşamak!
Hiç bu kadar hafifleyebilir mi bu kadar küçük kırıntılarla bir yürek.!
Bu kadar eritebilir mi insanın içini, her seferinde tabaktan bir şeyler toplayan küçük gaganın hareketleri! .
Mutluyum serçem!
Aynı senin gibiyim!
Benimle ne güzel yaşadın,
kabul ettin yüreğimi…
Böylece birlikte tattık
yaşamdan bu güzel, eşsiz lezzeti…
Yaşamımızda güzelliklere yer açabilmeye, sevgiyle...
ezgi ç.
küçük serce konusur !!
serçe konuşur:
Sonunda ne olacağı hiç belli olmayan bir depremin sarsıntısına dayanamayacak kadar kırılgan bir serçeyim ben. İçerisine can üflenmiş incecik bir cam gibiyim... Güçlüyüm güçlü olmasına, ama bir türlü aklımdan gitmiyor gülüşlerimin arkasına saklanmış, gizli suskunluklarımın anıları. Ve birdenbire kanatlandım biliyor musunuz, oysaki ben alışmıştım hücreme, göç etmeyen serçelerin kendi içindeki katlanılabilir, bu garip göçüne çıkanlar bilir bunu; alışmıştım durgun, olağan ve yolunda gitmesi gerektiği için yolunda giden zamanın, çarpa çarpa içime, farketmesem de boşaltmasına içimi, alışmıştım. Ama birdenbire çiçeklendim biliyor musunuz! Tomurcuklandı, üstünü örtmek istedikçe açıldı bu çiçekler ve cesaret korkuların da, sessizliğin de üzerine en beklenmedik anlarda gider... Bütün kitapların ve öğütlerin bize yasakladıklarını birden bir çiçek açımında söyleyiverir aşk... Aşk, evet aşk. Küçük bir serçenin içine düştüğü ve karmakarışıklaştıkça, çözüm bulamadıkça büyüdüğü, aşk. Alıştığım kafesime artık sığamıyorum, gittikçe büyüyorum. Alıştığım kafesime eskisi gibi bakamıyorum... Gittikçe büyüyorum bu kafesin içinde, yoksa kafes mi küçülüyor bilmiyorum...
Her şeyin sebebi konuşur:
Bana her şeyin sebebi diyorlar. Oysa ki herhangi bir şeyin, hiçbir zaman herşeyin sebebi olamayacak kadar sınırlandırılmış olduğunu bilmiyorlar mı? Bana herşeyin sebebi diyorlar ve inatla çocuklarına hiçbirşeyi parmakla göstermemeyi büyük bir dikkatle ve katlanamazlık sinirliliğiyle öğreten anneler bile birbirlerinden aşağı kalmamak için yarışarak, susmadan ve hiç susmayacakmış gibi parmaklarıyla göstererek diyorlar ki bana: sen her şeyin sebebisin. Oysa ki o kadar karmaşık olayların, birbirine geçmişliğin sonucunda oluveriyor herşey, evet tam anlamıyla herşey. Yani bir tane bile olayın tek sebebi yokken, içimi acıtan bu suçlamalara karşı birşey yapamamanın suskunluğuyla içimden üzülüyorum: ben herşeyin sebebi nasıl olurum diye... Halbuki bazı şeylerin hiçbir sebebi yokmuş gibi gelir insana, küçük bir serçenin, penceredeki kırlangıç kuşuna aşık olması gibi ya da yaralı bir kırlangıcın küçük serçeyi birden görmesi gibi. İnanıyor musunuz bana hala herşeyin sebebi diyorlar bütün bunlara rağmen...
anıl (alıntı)
Sonunda ne olacağı hiç belli olmayan bir depremin sarsıntısına dayanamayacak kadar kırılgan bir serçeyim ben. İçerisine can üflenmiş incecik bir cam gibiyim... Güçlüyüm güçlü olmasına, ama bir türlü aklımdan gitmiyor gülüşlerimin arkasına saklanmış, gizli suskunluklarımın anıları. Ve birdenbire kanatlandım biliyor musunuz, oysaki ben alışmıştım hücreme, göç etmeyen serçelerin kendi içindeki katlanılabilir, bu garip göçüne çıkanlar bilir bunu; alışmıştım durgun, olağan ve yolunda gitmesi gerektiği için yolunda giden zamanın, çarpa çarpa içime, farketmesem de boşaltmasına içimi, alışmıştım. Ama birdenbire çiçeklendim biliyor musunuz! Tomurcuklandı, üstünü örtmek istedikçe açıldı bu çiçekler ve cesaret korkuların da, sessizliğin de üzerine en beklenmedik anlarda gider... Bütün kitapların ve öğütlerin bize yasakladıklarını birden bir çiçek açımında söyleyiverir aşk... Aşk, evet aşk. Küçük bir serçenin içine düştüğü ve karmakarışıklaştıkça, çözüm bulamadıkça büyüdüğü, aşk. Alıştığım kafesime artık sığamıyorum, gittikçe büyüyorum. Alıştığım kafesime eskisi gibi bakamıyorum... Gittikçe büyüyorum bu kafesin içinde, yoksa kafes mi küçülüyor bilmiyorum...
Her şeyin sebebi konuşur:
Bana her şeyin sebebi diyorlar. Oysa ki herhangi bir şeyin, hiçbir zaman herşeyin sebebi olamayacak kadar sınırlandırılmış olduğunu bilmiyorlar mı? Bana herşeyin sebebi diyorlar ve inatla çocuklarına hiçbirşeyi parmakla göstermemeyi büyük bir dikkatle ve katlanamazlık sinirliliğiyle öğreten anneler bile birbirlerinden aşağı kalmamak için yarışarak, susmadan ve hiç susmayacakmış gibi parmaklarıyla göstererek diyorlar ki bana: sen her şeyin sebebisin. Oysa ki o kadar karmaşık olayların, birbirine geçmişliğin sonucunda oluveriyor herşey, evet tam anlamıyla herşey. Yani bir tane bile olayın tek sebebi yokken, içimi acıtan bu suçlamalara karşı birşey yapamamanın suskunluğuyla içimden üzülüyorum: ben herşeyin sebebi nasıl olurum diye... Halbuki bazı şeylerin hiçbir sebebi yokmuş gibi gelir insana, küçük bir serçenin, penceredeki kırlangıç kuşuna aşık olması gibi ya da yaralı bir kırlangıcın küçük serçeyi birden görmesi gibi. İnanıyor musunuz bana hala herşeyin sebebi diyorlar bütün bunlara rağmen...
anıl (alıntı)
serce ve göçmen kuş hikayesi !!!
İşte hikayemiz......
Her hikaye hayata dairdir...........
İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye
Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber
Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.
Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...
Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.
Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,
Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.
Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.
O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber...
Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı
Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz
Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.
Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye
Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara...
Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.
Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş
Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara
Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış
Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık.
Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye
birazdan okyanuslara varacağız
Serçe sevgisine uymuş ve
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa
Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları
Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi
Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene
Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş........
Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...
alıntı
Her hikaye hayata dairdir...........
İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye
Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber
Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.
Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...
Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.
Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,
Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.
Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.
O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber...
Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı
Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz
Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.
Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye
Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara...
Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.
Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş
Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara
Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış
Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık.
Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye
birazdan okyanuslara varacağız
Serçe sevgisine uymuş ve
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa
Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları
Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi
Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene
Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş........
Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...
alıntı
Kırlangıç ve Serçe Hangisi sizsiniz!!!!!!!
Göçmen Kuş yada Serçe Kuş olmak sizin tercihinize ve karakterinize kalmış....
Ya Göçmen kuş olursunuz bir kırlangıç gibi mutlaka karşılığını alırsınız acı ama mutlu
Ya bir serçe olursunuz ve karşılığını mutlaka iyi olarak alırsınız....
Kırlangıç yani göçmen kuş bir nefi anlık duygularda olabilir....
Ama serçe anlık duygular olmayacak kadar özeldir....
Herkes bir kırlangıç olabilir ya bir serçe olabilirmisiniz...
Kalbinizi bu kadar güçsüz bırakabilirmisiniz...
Gelene bazen acıda olsa razı olabilirmisiniz sevgi yolunda...
Olamazsanız eğer dar zamanlarda sevgiyi yaşarsınız
Yaşarsınız sadece yaşadığınızı sanırsınız...
Sevgi bir hikaye olur size....
Sevgisiz bir insanla bir ömür geçirirsiniz...
Yaşadığınız hiç bir şey özel olmaz
İlişkiniz sevgisiz yaşanır
Bununda adına monotonluk dersiniz....
Sonraları bir yanlış yaparsınız ve bu yanlışı düzeltmek için bir yanlış daha yaparsınız..
Doğru sevgidedir...sevgiyi bilmeyen er kişi doğru karar veremez....
Yaşanan bütün yanlışlardan sonra bir serçe ararsınız..size sevgiyi öğretmesi ve sevgiyi yaşatması için
Ama siz kırlangıç değilmisiniz...serçenin değerini bilebilirmisiniz....
Asla sadece anlık duyguları serçede yaşamak istersiniz...
Serçe ise bir yerlerde kaybolur nerde kaybettiğinizi asla bilemezsiniz...
Yada serçeyi bir kafese hapsedersiniz yanınızdan hiç ayrılmaması için...
Ama serçe artık sevgisiz biri olmuştur...
Sadece özgürlüğü düşünür...
Oysa yanıbaşınızda değilmidir...serçe
İstedikleriniz o küçük serçeyi öyle bir hale getirir ki
Sevgiyi unutur...sadece özgürlüğü düşünür....
Kırlangıç evinizin bir köşesine ulaşamayacağınız bir yere yuva yapar
Serçe ise sadece gönlünüze......
Serçe Zor olandır...
Kırlangıç ise kolay olandın...
Kırlangıç hak etmediği için sevgi aradığında sadece pencerenin kenarında kışı yaşar.......
SEVGİ ve Saygılarımla
Uğur Meta
İşte size bir hikaye sevgiyi hikaye olarak görenlere
Ve sevgiden asla ümidini kesmeyenlerede bir umut yolunuzdan vazgeçmeyin.......
Ya Göçmen kuş olursunuz bir kırlangıç gibi mutlaka karşılığını alırsınız acı ama mutlu
Ya bir serçe olursunuz ve karşılığını mutlaka iyi olarak alırsınız....
Kırlangıç yani göçmen kuş bir nefi anlık duygularda olabilir....
Ama serçe anlık duygular olmayacak kadar özeldir....
Herkes bir kırlangıç olabilir ya bir serçe olabilirmisiniz...
Kalbinizi bu kadar güçsüz bırakabilirmisiniz...
Gelene bazen acıda olsa razı olabilirmisiniz sevgi yolunda...
Olamazsanız eğer dar zamanlarda sevgiyi yaşarsınız
Yaşarsınız sadece yaşadığınızı sanırsınız...
Sevgi bir hikaye olur size....
Sevgisiz bir insanla bir ömür geçirirsiniz...
Yaşadığınız hiç bir şey özel olmaz
İlişkiniz sevgisiz yaşanır
Bununda adına monotonluk dersiniz....
Sonraları bir yanlış yaparsınız ve bu yanlışı düzeltmek için bir yanlış daha yaparsınız..
Doğru sevgidedir...sevgiyi bilmeyen er kişi doğru karar veremez....
Yaşanan bütün yanlışlardan sonra bir serçe ararsınız..size sevgiyi öğretmesi ve sevgiyi yaşatması için
Ama siz kırlangıç değilmisiniz...serçenin değerini bilebilirmisiniz....
Asla sadece anlık duyguları serçede yaşamak istersiniz...
Serçe ise bir yerlerde kaybolur nerde kaybettiğinizi asla bilemezsiniz...
Yada serçeyi bir kafese hapsedersiniz yanınızdan hiç ayrılmaması için...
Ama serçe artık sevgisiz biri olmuştur...
Sadece özgürlüğü düşünür...
Oysa yanıbaşınızda değilmidir...serçe
İstedikleriniz o küçük serçeyi öyle bir hale getirir ki
Sevgiyi unutur...sadece özgürlüğü düşünür....
Kırlangıç evinizin bir köşesine ulaşamayacağınız bir yere yuva yapar
Serçe ise sadece gönlünüze......
Serçe Zor olandır...
Kırlangıç ise kolay olandın...
Kırlangıç hak etmediği için sevgi aradığında sadece pencerenin kenarında kışı yaşar.......
SEVGİ ve Saygılarımla
Uğur Meta
İşte size bir hikaye sevgiyi hikaye olarak görenlere
Ve sevgiden asla ümidini kesmeyenlerede bir umut yolunuzdan vazgeçmeyin.......
bir serçenin gözyaşları
Sensin
Ey yar !!!
Nasıl başlamalı söze , nasıl hitap etmeli ?
Dile lal dokundu dokunalı , kelimelerim daha mı sessiz, bağırsam sana olan haykırışlarımı duymaz mısın ?
Oysa çığlıklarım yankılanırken , çarpmaz mı kalbin bir kuş gibi ..
Duamsın sen ey bir gülüşüne yandığım..
Sana çıkıyor bildiğim tüm yollar
Karanlıklar içinde kaybetmişim ellerini, oysa ..
Sevmek ne kadar da zor imiş…
Takatim, dayanağım ,sabrımsın ey yar!
Susmak daha mı iyi,
Yüreğine gömmek çare mi ?
Geceleri hüzün yağıyor yürek ülkeme
Her şey sana dönük , her şey SEN
SEN her şeysin…
Her şey SENsin ..
Cansın SEN..
Candan ötesin SEN ..
Ey Yar !
Bana bir resim çiz
Beklemekten usanmayan
Ama unuttukların olsun içinde
Kanadımı kırdığın günden beri böyleyim işte ....Uçamıyorum kanat çırpınışlarım boşuna ..Kaç zaman geçti sensiz sayamadığım .. SeN yine duyma ey yar sana yazılan bu satırları İçimdeki çocuğun gözlerinin ıslaklığına ne zaman alışıcam..Küçük bir çocuğun duası gibi masumluğunu sundum sana aşkın..Kalbimi avuçlarının arasına bıraktım titreyen parmaklarımla usulca ...
Varsın eller gönül yarası kapanır sansın ...
Kabuğun altında sevgili sen kanayansın …
Kalemimi kıralı çok uzun zaman geçti , ama dayanamadım yine
Adının geçmediği cümleler anlamını yitirmesin diye ..
Sevdamızı yağmura yazdım ..Bir ''SERÇE'' üşürken gör beni
Küçük bir kuşun kalbi gibi duracakmışçasına atıyor kalbim şimdi ..
Dudaklarım kurumuş gül yaprakları gibi solgun ..
Biliyorum söylenen hiçbir şeyin anlamı yok artık
Benimse dilimde iki kelime
Seni Seviyorum...
Sessiz adımlarla yürüyorum kendi içime doğru ..
Yenik düştüm hayata ..Hayat : 1 Ben :0
Kaybettim ...
Ama kalbe söz geçmiyor ey Yar !
Bırak sözler dökülsün dudaklarımdan
Bırak eskisi gibi koşayım delicesine yağan yağmurun altında
Bırak yeniden gözlerimin içi gülsün
Bırakk !!
NE olurrr …
(alıntı)
Ey yar !!!
Nasıl başlamalı söze , nasıl hitap etmeli ?
Dile lal dokundu dokunalı , kelimelerim daha mı sessiz, bağırsam sana olan haykırışlarımı duymaz mısın ?
Oysa çığlıklarım yankılanırken , çarpmaz mı kalbin bir kuş gibi ..
Duamsın sen ey bir gülüşüne yandığım..
Sana çıkıyor bildiğim tüm yollar
Karanlıklar içinde kaybetmişim ellerini, oysa ..
Sevmek ne kadar da zor imiş…
Takatim, dayanağım ,sabrımsın ey yar!
Susmak daha mı iyi,
Yüreğine gömmek çare mi ?
Geceleri hüzün yağıyor yürek ülkeme
Her şey sana dönük , her şey SEN
SEN her şeysin…
Her şey SENsin ..
Cansın SEN..
Candan ötesin SEN ..
Ey Yar !
Bana bir resim çiz
Beklemekten usanmayan
Ama unuttukların olsun içinde
Kanadımı kırdığın günden beri böyleyim işte ....Uçamıyorum kanat çırpınışlarım boşuna ..Kaç zaman geçti sensiz sayamadığım .. SeN yine duyma ey yar sana yazılan bu satırları İçimdeki çocuğun gözlerinin ıslaklığına ne zaman alışıcam..Küçük bir çocuğun duası gibi masumluğunu sundum sana aşkın..Kalbimi avuçlarının arasına bıraktım titreyen parmaklarımla usulca ...
Varsın eller gönül yarası kapanır sansın ...
Kabuğun altında sevgili sen kanayansın …
Kalemimi kıralı çok uzun zaman geçti , ama dayanamadım yine
Adının geçmediği cümleler anlamını yitirmesin diye ..
Sevdamızı yağmura yazdım ..Bir ''SERÇE'' üşürken gör beni
Küçük bir kuşun kalbi gibi duracakmışçasına atıyor kalbim şimdi ..
Dudaklarım kurumuş gül yaprakları gibi solgun ..
Biliyorum söylenen hiçbir şeyin anlamı yok artık
Benimse dilimde iki kelime
Seni Seviyorum...
Sessiz adımlarla yürüyorum kendi içime doğru ..
Yenik düştüm hayata ..Hayat : 1 Ben :0
Kaybettim ...
Ama kalbe söz geçmiyor ey Yar !
Bırak sözler dökülsün dudaklarımdan
Bırak eskisi gibi koşayım delicesine yağan yağmurun altında
Bırak yeniden gözlerimin içi gülsün
Bırakk !!
NE olurrr …
(alıntı)
Bir Serçe Yanlızlığında
Küçük bir serçeyim Senin(C.C) ellerinde. Belki üşümüş, belki yorulmuş, belki susamış bir serçe. Ve Sana bir serçe yalnızlığında geldim. Minik ayaklarımda, toprağa düşmüş yağmur kokusu getirdim. Kanatlarımda, vurulmuşluğun acısında ağlarken geldim. Ağzımda yolların, yılların açlığı ile geldim. Aç, kanadı kırık bir yavru, sığınacak limanım sensin Ya Rabbi.
Küçük serçen avuçlarında bulur şifasını. Küçüğüm, yalnız ve sefilim. Alır mısın beni yanına. Ve okşar mısın küçük serçenin başını. Ayağım kırık, kanadım yaralı, ben ki yüreği karalı…
Ben, küçük serçen yani; bırakma beni avuçlarından. Düşersem, bir an bırakırsan, gittiğim, bittiğim tükendiğim andır. Sensizlik bana ziyandır. Avuçlarından düşmek hüsrandır. Ağlayan göze kandır.
Ben, küçük serçen yani; kanatlarıma dünya vurdu. Aldı ben savurdu. Ve sonra yüreğimi kavurdu. Susuz susuz susuz bir seçeyim şimdi. Susuzlukların vurgununda vurgun yemiş, belki özünden hançer yemiş. Ama hep senin avuçlarında dirilmiş.
Ben, küçük serçen yani; Kurumuş topraklardan geldim. Sana eğik bir baş ile geldim. Yarası derin kuytulardan geldim. Bakışları Sana kilitli geldim. Geldim işte yaram derin. Gönül bir seninle serin.
Ben, küçük serçen yani; Yağmurda kalmış, karda kalmış, boran vurmuş kül misali savurmuş. Tüyleri sanki bir bir yolunmuş. Yolundukça yüreğine korlar düşmüş. Üşümüş, belki çok üşümüş avuçlarının hayali ile düşlere düşmüş.
Ben, küçük serçen yani; Ben ki gecelerin kapı kapattığı yüzüm. Dışarılarda kalmış bir yaprağın sürgünüyüm. Ellerin ayazını el olanlardan gördüm. Dilin ayazını sesi çok çıkanda gördüm. Ama ben her şeyin en güzelini Senin(c.c) avuçlarında gördüm.
Ben, küçük serçen yani; Gözünde ki yaşı ile, yüreğinde ki yası ile, avuçlarında boyun büken hali ile. Yolların yorduğu , yılların vurduğuyum
alıntı-handar sır
Küçük serçen avuçlarında bulur şifasını. Küçüğüm, yalnız ve sefilim. Alır mısın beni yanına. Ve okşar mısın küçük serçenin başını. Ayağım kırık, kanadım yaralı, ben ki yüreği karalı…
Ben, küçük serçen yani; bırakma beni avuçlarından. Düşersem, bir an bırakırsan, gittiğim, bittiğim tükendiğim andır. Sensizlik bana ziyandır. Avuçlarından düşmek hüsrandır. Ağlayan göze kandır.
Ben, küçük serçen yani; kanatlarıma dünya vurdu. Aldı ben savurdu. Ve sonra yüreğimi kavurdu. Susuz susuz susuz bir seçeyim şimdi. Susuzlukların vurgununda vurgun yemiş, belki özünden hançer yemiş. Ama hep senin avuçlarında dirilmiş.
Ben, küçük serçen yani; Kurumuş topraklardan geldim. Sana eğik bir baş ile geldim. Yarası derin kuytulardan geldim. Bakışları Sana kilitli geldim. Geldim işte yaram derin. Gönül bir seninle serin.
Ben, küçük serçen yani; Yağmurda kalmış, karda kalmış, boran vurmuş kül misali savurmuş. Tüyleri sanki bir bir yolunmuş. Yolundukça yüreğine korlar düşmüş. Üşümüş, belki çok üşümüş avuçlarının hayali ile düşlere düşmüş.
Ben, küçük serçen yani; Ben ki gecelerin kapı kapattığı yüzüm. Dışarılarda kalmış bir yaprağın sürgünüyüm. Ellerin ayazını el olanlardan gördüm. Dilin ayazını sesi çok çıkanda gördüm. Ama ben her şeyin en güzelini Senin(c.c) avuçlarında gördüm.
Ben, küçük serçen yani; Gözünde ki yaşı ile, yüreğinde ki yası ile, avuçlarında boyun büken hali ile. Yolların yorduğu , yılların vurduğuyum
alıntı-handar sır
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


